Düşünce ve Kuram Dergisi

Nietzsche’nin Modernite Algısı: Kirli Nehire Karşı Deniz Olmak

Mesut Yurtsever

Demokratik modernite denilen, içeriği toplumsal tarihin tüm pratik, anlamsal değerleri tarafından belirlenen kavramın karşılığı ahlaki, politik toplum üzerinde ifadesini bulmaktadır. Tarihsel kültür mirasımız (evrensel tarihin toplumsal karşılığı) on binlerce yıllık birikime sahip olan ve varlığını bugün de tüm toplumsal gözeneklerde sürdüren uzun bir süreye sahiptir. Tarihsel süreç içerinde gerçekleşen tüm özgürlükçü, komünal, demokratik pratiklerle anlam bulan bileşenlerin hakkım teslim etmek, demokratik modernitenin inşasını gerçekleştirmek açısından hayati bir öneme sahiptir. Burada dağ, orman, çöl kabilelerinde peygambersel çıkışların tüm öznelerinden, animistik inançla doğayla kendi arasında eşdeğerlilik gören doğal toplum insanından mistik-gnostik akımlara, Ege batı kıyılarında boy veren felsefi çıkışların öğretici katkılarından ‘Bilim şehidi’ Bruno ile özdeşleşen bilim insanlarına kadar her öznenin yeri vardır. Özne nesne ayrımına dayalı ötekileştirici iktidar paradigmalarının reddedildiği, tekil bireylerden Demokratik Ulus olarak kavramsallaştırılan örgütlü toplumlara kadar her kesimin gücü, katkısı ve katılımı oranında bir ağırlık teşkil ettiği, demokratik modernitenin özü, bu anlamda zamanın ruhunu kendinde taşıyan bir “ahde vefa”dır. Buna toplumsal hakikat sistemi de diyebiliriz. Bu sis-tem de ifade ettiğimiz tarihsel öznelerden arasında değer olarak hiyerarşik bir ilişki bulunmamaktadır. Demokratik modernite algısı bu açıdan kapitalist modernite de zirveleşen devletli-uygarlığın ben-merkezci tarih tezlerinin de antitezi niteliğindedir.

Hem bilgi yapısındaki derinlik, eleştiri gücü ile Nietzsche’nin demokratik modernite içindeki yeri entelektüel boyutta olup fikirleri gündemleştirilmesi gereken bir rezervdir. Özellikle modernite kavramını olabildiğince ben-merkezci kılan, bunun üzerinden öncesizlik-süreksizlik manipülasyonu yaratan Kapitalist Moderniteye gerek eleştirileri bağlamında ve gerekse de doğru modernite nedir, nasıl ve kimdir sorularına verdiği cevaplarla Nietzsche aynı zamanda çağının Prometheus’u gibidir. Sonuçta bilgiyi sistemli kılmakla yetinmeyip aynı zamanda hakikatin peşine düşmek, ateşi çalmakla özdeş kılınmıştır. Prometheus bilgiyi tekeline alan Zeus’a karşı çıkıp ateşi çalarken `suç’unun kefareti olarak Kaf dağında bir kayaya çivilenmişti. Nietzsche ise benzerini kendi çağında kapitalizmin tam da merkezinde modern Zeusların bilgi yapıların’ hakikatlerini kabul etmemiş, delirme pahasına kendi ruhunun kayalıklarında çivilenmeyi göze almıştır .

`Kapitalist modernitenin zirvesindeki eleştirisi’ olan Nietzsche, nasıl oldu da bu sistemin en uçtaki tekelci zihniyetiyle (faşizm ile) özdeş kılınır hale getirdi? A.Camus neden Nietzsche için ‘çağımız ona ihanet etti’ der. Camus’un ‘çağımız’ kavramından kasti neydi acaba? Adorno ve Horkheimer neden Nietzsche’yi `Batı kültürünün bir tanığı, insanlığın rezilleştiği bir dünyada insani olanı dışa vuran bir düşünür’ (1) olarak tanımlar. Yine tersinden bazıları da Nietzsche’yi gerici bir idealist, faşizmin ön habercisi, sıradan bir nihilist kaba-saba bir kadın düşmanı, Alman milliyetçiliğinin babası vb. farklı şekillerde olumsuz-negatif temel de tanımlar.

Nietzsche’nin böyle iki yönlü (olumlu-olumsuzu) temel de ele almışı ve iki yönlü zıt değerlerle yüklü değişik tanımlamalara, yorumlamalara vesile olması Camus’un ‘çağ’ kavramında gizlidir. Çağ yani modernite algısı, Nietzsche’yi tanımlamanın onu öven veya yeren kavramsallaştırmaların, yorumlamalarının esas noktasıdır. Çağı-moderniteyi ele alış-yorumlayış tarzı bir nevi Nietzsche’yi ele alış ve yorumlayış tarzını da ifade eder. Ya da tersinden onun modernite algısı, tanımlaması, yorumlayışı ve eleştirisi hem kendisini, hem de onu yorumlayanları tanımlar. Nietzsche’nin kendisini ve felsefi soruşturmasını kendi değerlerine ve algılarına göre yorumlayanlara karşı şu cevabı verir: “Beni yeterince anladığını sanan beni ancak kendi anlayışına göre niteledi, benden tümden karşıtımı çıkardı, dahası beni bir idealist’ kılığına sokuverdi, beni anlamayan ise yalan söyledi, sözde bana değer biçmeye kalkıştı, yadsıdı: (2) Onu faşizmin habercisi olarak yorumlamak ya da kadın düşmanı veya idealist kılmak, Camus’un tabiriyle ona ihanet etmek anlamına gelmektedir. Doğru okuma ve tanımlama, bu açıdan Nietzsche’nin modernite algısını doğru kavramaktan geçer.

G.Deleuze, “Nietzsche’nin talihsizliğinin son belirtisini, ‘her lanetli düşünür’’ün çevresinde bulunan, kötü niyetli akrabaların” var olmasına bağlar. Filozof Nietzsche kendi çağını ileri düzey de aşan ve tamamıyla sistem eleştirisi üzerinden bina edilen fikirleriyle nasıl oldu da Alman Ulus – devlet tanrısının metaforik yıkım sembolü olan Auschwitz temerküz kampından içeri sokuldu? Deleuze, Nietzsche’nin kız kardeşi Elisabeth’e tıpkı cehenneme giden yolun taşlarını iyi niyetle döşeyen gafil insanın rolünü yükler. Elisabeth Nietzsche öldükten sonra kardeşinin düşüncelerini yaymak amacıyla tüm arşivini düzeltip Alman Nasyonal Sosyalist Parti’ye (NDAP) üye olan eşine teslim eder. Adeta kuzu kurda teslim edilmiş ve vahşi kurttan tarafından büyültülmesi istenmiştir! Henüz yaşarken üst düzeyde üretimde bulunmasına rağmen Alman toplumunun baskın çoğunluğu tarafından bile ilgi duyulmayan kitapların sahibi olan Nietzsche öldükten sonra geliştirdiği kimi kavramlardan ötürü (`üstinsan’, ‘efendi ahlakı, ‘üç istenci’, ‘rütbe düzeni’, `güçlülerin zayıfa karşı korunması vb. ) Alman Nasyonal Partisince el üstünde tutulan biri haline getirilmiştir. Suçlu ellerde ve en kirli zihniyetler altında düşünceleri saptırılıp `Pazar’a sunulan bir filozof için her halde bu durum tarihin en büyük talihsizliği niteliğindedir.

Fakat yine de yanlış zeminde yürütülen tartışmaları ve Nietzsche algılamalarının oluşmasında bizzat filozofun önemli bir payının olduğunun da görmezden gelemeyiz. Evet, devleti uygarlığın iktidar tekkelerinin muhaliflerinin bilgi yapısını üzerinde oynayıp bunu kendi hizmetlerine koşturmaları bir uzmanlık alanıdır. Bu uzmanlığa bizzat muhalif hareketin veya bireylerin kendileri, farkında olmadan sistemin bilgi yapısını, yöntemlerini, araç-gereçlerini kullanarak hizmet etmişlerdir. Öte taraftan, sistem manipülasyon araç ve gereçleriyle kendisi de bu yönteme geliştirmiştir. İşine geldiği kadar sahiplenme ölüsünü de dirisini de iliklerine kadar sömürüp kendi modelinin hizmetine koşturma tarzı sistem için bir kazanç olurken, muhalif için kahredici sonuçlar doğurmuştur. Özellikle eski veya yakın zamanlar da buna benzer birçok örnek ile karşılaşmak mümkündür. Bu manipülasyon oyununa alet olmayıp şiddetle direnen filozofların, bilgelerin çektiği çileleri toplumsal hafıza kayıt altına alınmıştır. Öte yandan “yaşarken kötü, ölürken işe yarar” yöntemi sistemin diğer bir kullanma tarzı olup, bir çok bilge ve filozofun öldükten sonra hiçte hak etmedikleri tarz da, en usta manipülasyon yöntemleriyle sistemin “zihniyet hegemonyası” sınırları içine çekilmesi Nietzsche’nin başına gelen durumu tanımlamak-tadın Ama bu tespit durumu tüm yönleriyle izah etmeye yetmiyor.

Bir zihniyet çalışması yetkin siyaset, ahlak, tarih ve pratik çalışmaları ile bütünleştirilmedikçe karşıtı tarafından kullanılmaktan, ya da deforme edilmekten kurtulamaz. Ne acıdır ki anti-kapitalist zihniyet çalışmalarının başına gelen de tarihte çokça örneğini gördüğümüz (başta Hıristiyanlık, Budizm, Zerdüştlük, Manicilik) ayrıl kaderi paylaşmak olmuştur(3). Söz konusu Nietzsche olunca benzer durumla karşılaşmak mümkündür. Onun anti-kapitalistliğinden ve anti-modernist zihniyetinin yanında geleneksel toplumun birçok özelliğine de karşı çıktığını da vurgulamak gerekir.

Bu tarz genel bir girişle konuya başlamak Nietzsche üzerine yapılan kısa çalışmanın içeriğine dair belirli oranda fikirler de sunmaktadır. Bu çalışmanın temel örgüsü Nietzsche’nin modernite algısını irdelemektir. Gerek Nietzsche’nin hemen her alanda söyleyecek bir sözünün ve eleştirisinin olması, gerekse de yaşadığı dönem ve ölümünden bu yana üzerinde yürütülen tartışma konularının çokluğu “Nietzsche ve modernizm” Nietzsche ve anti-kapitalizm gibi inceleme konularını bir hayli zorlu kılmaktadır. Yazıda, hem Nietzsche’nin düşünce dünyasına ilişkin yoruma dayalı anlatımlar hem de Nietzsche’yi kendi ağzından anlatan ifadeler üzerine geliştirilen bir yöntem esas alındı. Bunlardan herhangi birini seçmek yerine ikisinden de gerektiği kadar yararlanılmaya çalışılmıştır.

Modernite Nedir?

Bu alana başlarken özce de olsa modern kavramını anlam karşılığını, onun toplumsal tarih içindeki gerçekleşme algılanış biçimini vurgulamakta fayda vardır. Latince modernus, İngilizce modern, Fransızca moderne, Almanca never, Türkçe çağ ve Kürtçe nujên’in karşılığı olan modernite sözlük tanımında şöyledir: “Kökeni itibariyle Latince bir sözcük olan modu (son zamanlar, tam şimdi) da türetilen modernus, hodiernus (hodie=bugün) temelinden gelen ve düşüncedeki açıklık, özgürlük, otoritelerden bağımsızlık ve en yeni ve en son dille getirilmiş düşünceler üzerine bilgi anlamına gelen sıfat” (4) olarak tanımlanır. Fakat moderniteyi sözlük tanımındaki gibi sadece ‘bilgi anlamına gelen sıfat’ tanımıyla sınıflandıramayız. Anlam olarak yaşanılan zaman veya genel anlamda bir çağın toplumsal yaşam tarzı olarak tanımlamak daha yerinde olacaktır. Toplumsal yaşamdan kasıt ise maddi ve manevi kültür olarak bir döneme damgasını vuran tüm teknik, bilim, sanat, siyaset ve moda unsurlarıdır“(5)

Modernite ‘toplumsal doğanın kendine özgü çağı olarak yaşanır’(6) Fakat sınıflı-devletli uygarlığın (SDU) çıkışı ile baskıcı, sömürücü hegemonik tekeller, yaşam tarzı üzerinde hegemonyalarını kurmak, izlerini bırakmak isterler. SDU’nun çıkışından günümüze kadar geçen zamanda da bu konu da başarılı oldukları bir gerçektir. Fakat yine de 5 bin yıl önceki moderniteyi Sümer rahip devletine mal etmemize, ne de günümüzdeki moderniteyi kapitalizme mal gitmemizi zorunlu kılmaz. Moderniteye damga vurmaları farklı bir şeydir. Çağı-moderniteyi SDU’a, kapitalizme mal etmek başka bir şeydir. “moderniteyi kapitalizme mal etmek büyük bir hatadır. Hata birçok unsuruyla ezici olarak bir tekel olan kapitalizme karşıttır. Modern toplum kapitalist toplum değildir. Çünkü kapitalist tekel hegemonik müttefikleriyle toplumu olduğu kadar dönemin yaşam tarzı olarak kabul gören modernitesine de damga vurmak ister (…) modernitenin kapitalizmi doğurması düşünülemez. Fakat kent-sınıf-devlet olarak baskı ve sömürü tekelleri oluştuktan sonra dönemin yaşam tarzına damgalarını vurup kendilerine mal etmek isterler”(7) Tekli modernite ve uygarlık algısı bu “başarı”yı ispatlar. (moderniteyi iki boyutlu ele almak lazım. Biri tekkelerin damgasını vurduğu, öteki ise toplumsal doğanın kendine özgü çağı olarak) Çünkü tekçi modernite veya uygarlık algısı, SDU’ın yani sömürü tekkelerin bir ürünüdür. Bu tekkelerin baskı ve zoruna dayalı ideolojik hegemonyasının yaratığı zihinsel bir manipülasyonudur. Kendi sistemlerini ezel-ebed, tek ve mutlak ve her şeyi kendisiyle başlatan olarak göstermektedirler. Nasıl ki “Sümer modernitesi” beş bin yıl önce kendini biricik, tek, vazgeçilmez ve her şeyin yaratıcısı göstermişse, bugün de mirasçısı kapitalist sistemle tekçi modernite algısı üzerinden, ayni şekilde kendisini biricik, tek ve her şeyin yaratıcısı olarak zihinlerde egemen kılmak ister. Yani tekçi modernite algısı zihinlerde egemen oldukça, özde egemen olan kapitalist sistemin egemenliğidir. Pek çok muhalif hareket ve akımın başarısızlığın’ altındaki en temel neden bu “tekçi modernite” algısından kendilerini kurtaramamalarıdır. Örneğin pek çok sosyalist, anarşist, feminist, sosyal demokrat vb. karşıt muhalif hareket ve akımın kendilerini bu tekçi modernite algısından kurtaramamaları, muazzam direnişlere rağmen, karşı çıktıkları sistemle farklarını paradigmasal düzeyde ortaya koyup alternatif modernite algısı oluşturamamalarına yol açmış ve zamanla, çıkışları sistem içleşmeye doğru evirilmiştir. Yani kapitalist sistemin en büyük “başarısı” kendini moderniteyle ve moderniteyi kendisiyle özdeşleştirmesi ve bunu tek modernite tarzında tüm zihinlere egemen kılmasıdır. Kapitalist sistem, endüstriyalizm, kapitalizm ve ulus-devlet üçlü yapısına dayanarak, moderniteye-çağa damgasını vurmasıyla başarır. Pozitivist bilimciliğin esas aldığı metod, bu üçlü yapıya eklendiğinde paradigmanın “zihniyet hegemonyacılığı” daha fazla kök salmıştır.

Nietzsche bu tekçi kapitalist moderniteyi en güçlü eleştirenlerden biridir. “Kapitalizmin yaşamla bağdaşmazlığını peygamberce haykıran”(8) bir filozoftur. Bu durumda yaşam ile bağdaşılmayacak bir sistem olarak gördüğü kapitalizmin algı sınırları ile Nietzsche’yi ele almak ona yapılacak büyük haksızlığın yanında, onu sistem içlileştirme anlamına da gelecektir. Diğer boyutuyla demokratik modernitenin hakikat algısı onu daha vicdanlı bir yaklaşımla ele alıp hem bu sistemin tanığı, hem sanığı ve hem de kurbanı bir filozof diye anmaktadır.

“Çağa Aykırı Bir Düşünür”

Nietzsche’nin modernite algısı yeni yaşadığı çağın maddi ve manevi kültürünü; bilim, teknik sanat, ahlak, siyaset vb. nasıl değerlendirdiğini anlayabilmek için ana hatları ile de olsa yaşadığı çağı vurgulamak lazım. Nietzsche 1844-1900 yılları arasında yaşamış bir filozoftur. Ömrü, kapitalist modernitenin kendini tüm dünyada hegemonik bir sistem haline kavuşturduğu, özelde ise Avrupa’da, tekelci evresini yaşadığı bir zaman dilimi içerisinde geçer.

19. yüzyıl, kapitalizmin pozitivist bilim yöntemine dayanarak hâkim olduğu özne-nesne temelli bilimsel yöntemin kendini tüm çağa ve kesimlere kabul ettirdiği dönemdir. Alman şairi ve düşünürü İ.W. Goethe yaşadığı çağın sosyal ve siyasal iktidar perspektifi ruhunu şu özlü sözlerle eleştirmiştir: “Herkesin kendisine anavatan kurmakla yarıştığı bir çağda önyargısız düşünebilen ve çağın üstüne çıkabilen kimsenin anavatanı hem her yerdir, hem de hiçbir yer.” 1790 yılında bu eleştiri kapitalist modernitenin rasyonalist ruhuna ama daha fazla ulus-devlet putunun peşinde koşanlara erdemli bir uyarı niteliğindeydi. Birçok düşünürün, sosyal bilimcinin sanatçıların ve sıradan insanların bu “Büyük Put”un tapınağına sunaklar adamak ve ona methiyeler dizmek için kendisini adeta paraladığı bu çağ, Nietzsche’nin yaşadığı yılları da işaret etmektedir.

Özetle Nietzsche’nin yaşadığı çağı maddeler halinde verirsek;

• Olaylar ve olgular bilimsel metod ile ele alınır. Özne-nesne ayrımına dayalı bu yöntem ile toplum ve yaşam ve de doğa, “anlam”dan yoksun, donuk- ruhsuz nesne, olgu veya madde olarak ele alınır. Parçalar `bütün’den koparılır. Yani hakikat parçalanır.

• Tarihsel ilerlemeci anlayış ile tarihin ve toplumun hep daha ileriye doğru aldığı ifade edilerek, kapitalist sisteme meşruluk kazandırılır.

• Kapitalizmin hükümranlığı ile toplumun ahlaki sökülüp atılmaya çalışılır. Ve yerine, kar hırsı ve bireycilik egemen kılınır.

• Endüstriyalizm tarım ve köy toplumunun kırımına yol açacak düzeyde yıkıcı bir biçimde gelişir. Ekolojik dengenin giderek bozulurken, kapitalist üretim tarzı içerisinde işçilerden kendisine yabancılaşmış bir köleler ordusu oluşturulur.

• Bu dönem, ulus-devletlerin mantar gibi gelişip, toplumların her türlü çok renkliliğinin, çok sesliliğinin ve çok kültürlülüğünün, milliyetçilik fikriyatı ile “tek” e indirgendiği bir dönemdir. Yani ulus-devletin tanrılaştığı insanların kullaşıp karıncalaştığı, nesneleşme ve yabancılaşmanın zirve yaptığı, sömürü, adaletsizlilik ve haksızlığa karşı büyük isyanların-çıkışların yaşanıp bastırıldığı bir dönemdir.

Nietzsche beş bin yıllık sınıflı-devletli toplumun gerileme ve çöküş evresi olarak tanımladığımız kapitalist modernist evrenin doruk sürecinin yaşandığı bir zaman dilimi içinde yaşamıştır. Dolayısıyla tüm fikriyatının ve felsefesinin bu çağ ile çelişki, çatışma ve ilişki içinde olacağı aşikârdır. Bu anlamda Nietzsche; çöküş, gerileme ve geçişin yaşandığı bir çağın insanıdır. Ki zaten kendisi de yaşadığı çağı “Çağımız bir geçiş dönemi izlenimi veriyor” (9) diyerek, kendi zamanını bir geçiş ve çöküş çağı olarak tanımlar. Aynı temel de bu çağın insanını da “modem insanı karakterize eden her şeyde bir çöküş unsuru vardır”(10) diyerek benzer şekilde hem toplumu hem de modern insanı geçişin ve çöküşün insanı-toplumu olarak tanımlar.

Fakat bu, Nietzsche’nin içinde yaşadığı çağı, toplumu ve insanını sadece tek yönlü yeni çöküş temelinde ele aldığı şeklinde anlaşılmamalı. O aynı zamanda, içinde olduğu çağın karşıtının potansiyelini barındırdığını da belirtir. Kriz, çözülme ve yıkım işaretleri kadar, yaratıcılık, aktiflik ve inşadan da söz eder. O, çöküşün yıkıntıları arasından bir yaratıcılığın yeşermesinden ve harekete geçmesinden bahseder. Yani çöküşün yanı başında yükselişin, zayıflığın yanında kuvvetin, ölümün solunda yaşam istencinin, hastalığın yanında sağlığın vb.nin bulunduğu belirtir.

F. Nietzsche’nin modernite algısı bu temel üzerine oturur. Bir tarafta çöküşü, çürümeyi yozlaşmayı, decande’yi (düşüşü) temsil eden bir modernite ve çağ algısı -ki bu kapitalist modernite de temsilini bulur-vardır. Nietzsche bu moderniteye karşıt olarak öbür tarafta iradeli bir yaşamdan yana olan, büyümeyi-güçlenmeyi doğa ile uyumu esas alan ve her türlü köleleşmeye karşı özgürleşme ve güzelleşmeyi temsil eden bir kültüre dayalı modernite anlayışını geliştirmeye ve bunu kendi şahsında ifadelendirmeye çalışır. Kendisini “çağa aykırı bir düşünür” olarak tanımlarken bu karşıtlığı anlatmaya çalışır. Yine iyinin ve kötünün ötesinde adlı kitabı için “modernliğin eleştirisidir gerçekte 13u kitabım. Onun özünde modern bilimlerin, modern sanatların bir eleştirisidir; bu eleştiri modern siyaseti de içerir. Bu arada bunların tümden karşıtı, elden geldiğince modern bir örnek, soylu, olumlayan bir örnekte önerilmektedir”( 11) derken aynı noktaya işaret etmektedir.

Nietzsche “Kapitalist modernitenin zirvesindeki eleştiridir”

Nietzsche’nin isyanı bu çağa ve bu çağ sahsında somutlaşan tüm değerleredir. O, kendini yaşadığı çağın dışında bir insan, “çağdışı” olarak tanımlar& Çağının temel “değerlerine kuşkusu çok derindir. Yaşadığı toplumun en çok değer verilen kavram, kuram, kurum ve alışkanlıklarını ele alıp sorgulamaktan, eleştirip yanlışlamaktan bıkıp usanmamış bir filozoftur. Öcalan bu anlamda onu “Kapitalist modernitenin zirvesindeki eleştirisi” diye tanımlar.

Kapitalizmi eleştiren pek çok şahsiyet vardır. Başta Marx, Engels, Lenin olmak üzere pek çok düşünür, filozof, devrim önderi kapitalizmi derin eleştirilere tabi tutmuşlardır. Fakat neredeyse hemen hepsi eninde sonunda kapitalizmi tarihsel toplum analizleri içinde toplumsal bir aşama olarak benimsemiş ve zorunluluk temelinde bu aşamanın yaşanması gerektiğini vurgulamışlardır. Yine başta Marx, Engels, Lenin olmak üzere tüm sosyalist, anarşist ve sosyal demokrat akım ve şahsiyetler kapitalist modernitenin hâkim olmasına yol açan bilimsel metodu da kendilerine esas almışlardır. Nietzsche’nin özgünlüğü buradadır. Nietzsche’nin bu düşünürlerden ayrılan yanı, kapitalizmi hegemonik sistem haline getiren bilgi yöntemini de çok köklü eleştirilere tabi tutmasıdır. Yani Nietzsche kapitalizmi zorunlu toplumsal bir aşama olarak görmek bir yana, yaşam ile kapitalizmi yan yana bile getirmez. Ayın temelde bilimsel metodu esas almadığı gibi bu yöntemi “gerçekleri gizlemenin” yolu olarak eleştirir. Nietzsche bilimi “Bu dünyanın bilgeliği( …) Neden ve sonucun sağlam kavrayışı” (12) olarak tanımlarken, pozitif bilimi ve pozitivistleri ise gerçeği gizleyenler olarak ifade eder. Nietzsche bu pozitivistleri ve bilimlerini ise şöyle eleştirir; “Bilim sözcüğü bu zamanların ağzında düpedüz bir ırza geçme, bir kötüye kullanma, bir utanmazlık olup çıkıyor. Hakikat burada söylenenin tam tersi (…) bilim bugün, her çeşit hoşnutsuzluğun, inançsızlığın, kemirici kurdun, kendini aşağı görmenin kara vicdanın gizleme yeridir.(…) Ah bilim bugün neleri gizlemiyor ki! Bilim, kendini uyuşturma aracıdır.” (13) Yine nesnelliği ‘doğanın kurallarına uygunluğu’ veya ‘yan tutmaz bakış’ olarak değerlendiren yaklaşımları kavramaz bir saçmalık ve ‘insani çekidüzen ve ters anlam veriş’ olarak eleştiren Nietzsche, nesnellik algısının da şöyle ortaya koyar: Sorunun olumsuz ya da olumlu yanlarını denetleyebilme ve bunları ortaya koyabilme yetisi olarak anlaşıldığında; insan değişik bakış açılarını ve duygusal yorumları bilginin hizmetinde kullanmasını bilecektir.’(14) Burada, hem nesnelliğe nasıl yaklaştığını hem de dogmatizme düşmeden nesnelliği ele almakla nelerin elde edileceğini iyi görürüz.

Çağın Put Kırıcısı

Genelde bütün eserleri, ama özelde dört cilt olarak “Çağa Aykırı Düşünceler” adı altında ele aldığı kitaplarında bu “peygamberce haykırışı” görmek mümkündür. O, alışılagelmiş değerlerin -ki bu dönemde mevcut toplumca hem kutsanan, hem de iyi, güzel ve doğru olarak görülen/ifade edilen tüm değerlerin, sahteliklerini, insanı iradesizleştiren, yaşamı değersizleştiren çirkinliklerini, en çıplak ve en mahrem haliyle ve de en güçlü vurgularla dile getirmekten çekinmemiştir. Bütün eserlerinde Nietzsche kendini içinde bulunduğu çağın değerlerini sorgulayan, bu değerlerin kendisine ait olmadığını, olamayacağını dile getiren bir insan olarak serimler. Mesela Nietzsche “Çağa Aykırı Düşünceler” serisinin ilkinde “anlamsız, özsüz, amaçsız” Alman kültürünü büyük bir eleştiriye tabi tutarken, ikincisinde “bilimi işleme tarzımızdaki sakıncalı durumu, yaşamı kemiren yanını açığa çıkarıyor. “Bu insansal anlamını yitirmiş çarklar ve mekanizma, işçinin bu kişilikten yoksunlaşması, ‘iş-bölümün yanıltıcı verimliliği gibi durumlar içinde yaşamın sağlığını bozmuştur (…) şu kültür dediğimiz amaç gitmiş elden; modern bilim işletmesi denen araç barbarlaştırılmıştır artık”(15)diyerek hem bilimsel metodu hem de “nesnel tarihsel” anlayış denilen, tarih anlayışım eleştirir. Bu incelemede çağın kendisi ile gururlanmasına yol açan `tarihsel görüş’ ilk kez bir çöküş belirtisi olarak değerlendirilmiştir. Üçüncü ve dördüncü çiftlerde ise, ” Daha yüksek bir kültür kavramına parmak basmak için, `kültür’ kavramını yeniden yerine oturtmak “(16) için kendini aramanın ve kendini eğitmenin, nasıl olacağını içinde bulunduğu Alman devletini, kültürü, Hıristiyanlığı, Bismarck dönemini eleştiren ve yargılayan bir tutumla karşımıza çıkar. Yine `Putların Alacakaranlığı’ adlı eseri ile put analojisi üzerinden kendi döneminin gerçeklik ve ‘doğrulukları’ olarak tanımlanan ve görülen her şeyin sonunun geldiğini ve artık bu çağa ait tüm gerçeklerinin batmakta olduğunu haykırırken buluruz Nietzsche’yi. “Böyle Buyurdu Zerdüşt” de ise kendi amaçladığı insan modeli olan üstinsanı vermeye çalışır. Özetle Nietzsche, eserleri ile yaşadığı çağın ve toplumunun hemen hemen her noktasını eleştiriden geçirip kendi modernite algısı çerçevesinde tüm bu konuların nasıl ele alınması gerektiğini tartışmıştır. O’na göre günümüz toplumu insanı “sürü-hayvanı” derecesine indirmekten öte rol oynamamıştır ve dolayısıyla bu çağ ve onun insanı aşılmalıdır.

Nietzsche, kendi çağının putlarını; devlet, milliyetçilik, iktidar ve para olarak ifade eder. Devleti, “ulusların ölümü” ve “her şeyi yalan olan, yalan bile soğuk olan”, “ahlaksızlığı organize eden bir kurum olarak ifade edip” devletin hizmetinde yapılan her çalışmanın insan doğasına aykırı olduğunu” belirtir. Ulusların devletleştikçe öldüğünü, toplumlarında ahlaksızlaştığını belirtir.

Milliyetçiliği “hastalıklı bir yabancılaşma” ve Avrupa’yı parça parça eden bir delilik olarak tanımlar. Nietzsche ulus-devletler yerine birleşik bütün bir Avrupa’yı esas alır. Bir “bütün” haline gelmek isteyen eğilimin belirtilerinin görülmek istenmemesinin sebeplerini de “keyfi ve yabancı bir şekilde yorumlanmadan” kaynaklandığını belirtir. Ulus-devletin ve milliyetçiliğin ve dinciliğin Avrupa’da geliştirdiği ahlaki da “bu günlerde Avrupa’da görülen ahlak, bir sürü-hayvan ahlakı”dır diyerek tanımlar. O’na göre doğaya ve yaşama aykırı, insanı kemiren, güçsüzleştiren ve iradesini zayıflatıp çürüten bütün `ahlak’i anlayışları, ahlaksızlığın ta kendisidir. Hristiyanlığa ve metafiziğe dayalı ahlaki anlayışları bu anlamda bir Deccal (insan ahlakını bozan) olarak tanımlar. Nietzsche’ye göre “Ahlak, artık halk(lar)ın yaşam ve gelişim koşullarının bir ifadesi değil; en ilkel yaşam içgüdüsü değil artık, ayrıca soyutlaştı, yaşamın karşıtı oldu. İmgelerde köklü bir yozlaşma, her şeyin üstünde bir ‘kemgöz’ olmuştur” (17) Yine kentleri- büyükşehirleri düşüncelerin canlı canlı kızartıldığı duyguların çürüdüğü, ruhların mezbahasının mekânı olarak çözümler.

Üstinsan Kirli bir Nehrin Deniz Olmasıdır

Nietzsche kendi çağının, bu “ağır ve pis havasını soluyan” insanını yani modern insanı hor gördüğünü açıkça belirtmekten çekinmez. En çok neyi hor gördüğünü kendisine sorarak şöyle devam eder. “O, bugünün insanıdır, kaderin bir cilvesi olarak çağdışı olduğum insan. Bu günün insanı onun pis nefesi de beni boğuyor!” (18) İnsanların hiçbir şey yokmuş-olmamış gibi soluk alıp verme tutumlarını asla kabul edemediğini belirtir. Öte taraftan akılcılığı “sakıncalı, yaşamı yıkıcı bir güç”(19) olarak tanımlarken; döneminin bir diğer hâkim eğilimi olan ulusalcılığı ise “Avrupa’nın sağlığını bozan bu sinir hastalığıdır”(20) diyerek eleştirir. Yine Leibniz, Kant, Fichte, Scheling, Schopenhauer, Hegel ve Schleiermacher gibi filozofları Avrupa’nın düşünce özgürlüğü önündeki engeller olarak görür. “Uzmanlaşma” adı altında herkesi bir köşeye hapsetmek isteyen ve bütünlükten koparan bir bilimin geliştiğini belirtir. Yani özetle Nietzsche “İnsanlık, bugün inanıldığı şekliyle daha iyi ya da daha güçlü ya da üstün olanın gelişimini temsil etmiyor. `ilerleme’ modern bir düşüncedir yalnızca, başka bir deyişle, yanlış bir düşünce. Bugünün Avrupalısı, değerliliği bakımından Rönesans Avrupası’nın çok geri-sindedir; gelişimin devamı hiçbir şekilde yükselme, yücelme, güçlenme anlamına gelmek zorunda değildir:’(21) der. Nietzsche işte bu şartlara kendini kaptıran, bunları sorgulamayan insanın aşılması gerektiğini belirtir.

Yani Nietzsche devlet, iktidar ve para, milliyetçilik fikriyatı ile yabancılaşmayı yaşayan; ahlak anlayışlarıyla, doğa ve yaşama düşmanlaşan; uygarlık-şehir ve Hıristiyanlık ile büyük tutku ve düşüncelerden soyutlanmış, duygulan çürüyen, ruhu mezbahaya dönen ve irade felci yaşayan kendi çağının-toplumunun insanına karşı mücadele içindedir.

Nietzsche bu açıdan bu evrenin insanını “kirli bir nehir”e benzetir. Ve bu kirli nehrin yani insanın nasıl aşılacağını da şöyle belirtir: “Kirli bir nehri kirlenmeden içine alabilmek için bir insanın deniz olması gerekir. Bakın size ‘üstinsan’ı öğretiyorum. O, işte bu denizdir“(22)Üstinsan, Nietzsche’nin amaçladığı-kendisinde gerçekleştirmek istediği insan tipidir. Nedir üstinsan? Kirli Nehrin deniz olabilmesidir. Üstinsan Öcalan’ın deyimiyle “Ahlaki temelde anti-uygarlıkçı ve sosyal yaşamda kişilikli” insandır. Özetle Nietzsche’nin `hor gördüğüm’ insan olarak tanımladığı modern in-sanın anti-tezidir.

Nietzsche’nin bu üstinsanı çok kaba bir indirgemecilikle ırkçı-faşist olarak yaftalama çok yüzeysel, bir yorumla onu kendi karşıtına dönüştürme yaklaşımıdır. Benzer şekilde Nietzsche’nin kadın yaklaşımı için dile getirilen “kadın düşmanı” olduğu, “kadını aşağıladığı” veya Bertrand Russell’in deyimiyle “kadınlara lanet etmekten bıkmamış, yorulmamış” biri gibi değerlendirmeler de gerçekçi değildir.

Modern insanın aşılmasının gerektiğini ifade eden bir filozofun kadın veya erkeğe dair düşünceleri, bu eleştirileri hak edebilir mi acaba? Ben bu insanı kabul etmiyorum. Bu insanda temsilini bulan tüm maddi ve manevi kültür aşılmalı. Yerine şu şu özelliklerde bir insan gelişmeli diyen bir yaklaşımdan cinsiyet ayrımcılığı yapıyor tespitini insan çıkarabilir mi? Üstinsan olarak tanımladığı insan tipinde bir cinsiyet ayrımcılığı var mı? “Ben size üstinsan öğretiyorum. İnsan, aşılması gerek bir şeydir. Üstinsan dünyanın, yaşamın amacıdır. Ben insanlara kendi varlıklarının anlamını öğretmek istiyorum. Bu anlam üstinsandır.”(23) diyen felsefi bir yaklaşımdan, dönemin mevcut erkek ve kadını tipolojisini olumlaması beklenebilinir mi? Bizim cevabımız hayırdır. Yani Nietzsche, mevcut kadın asıl-malı, üstinsanı kendinde barındıran yeni kadın açığa çıkmalı düşüncesine sahiptir. Çünkü Nietzsche mevcut kadim erkeğin bir imgesi ve dayatması sonucu oluşan bir kadın olarak tanımlar. Nietzsche için ‘kadın’ varlıksal anlamda değil ve fakat kültürel, düşünsel, ruhsal ve kişilik özelikleri anlamıyla erkek tarafından oluşturulduğu için, cinsel obje olmaktan veya kendini öyle sunmaktan kurtulamayan, iradesi zikri-fikri-eylemi bulunmayan bir yapıya sahip olur.

Sonuç olarak, Nietzsche’nin modernite algısı kendi metaforlan üzerinden ifade edersek, kirli bir nehir olan modern insanın her yönünün, tüm zihinsel, felsefi, sanatsal, kavramsal ve kurumsal boyutlarının eleştirisine dayanır. Buna karşılık “denizleşmek” olarak tanımladığı üstinsanı alternatif bir modernite anlayışının temeli olarak inşa eder. Düşünsel sisteminin politik boyutun eksikliği, Nietzsche’yi önemsizleştirmez. Bilakis filozof Nietzsche, kapitalist modernitenin insanlık ve çevre üzerindeki tahribatının anlamını derinliğine kavrayan ender kişiliklerdendir. Modernitenin süzgecinden geçmiş insanı toplum ve birey olarak iğdiş olma karıncalaşma, metaforlarıyla değerlendirmeye çalışır… Üstinsanı faşist bir yaklaşımın ön habercisi gibi görmek çok ucuz bir propagandadır. Onu her tür köleleşmeye, çevre yıkımına, kişisizleştirmeye karşı bir kavram olarak yorumlamak doğrudur. (24)

Kaynakça

1-Nietzsche’nin Dansı, Georg Stauth ve Bryan S. Turner, Çev.Mehmet Küçük, Bilim ve Sanat Yay. 2005, İstanbul S.2,11,15,16,19,20-

2-Ecce Homo F. Nietzsche, Ecce Homo – Kişi Nasıl Kendisi Olur S.3,5,6,7,8,24-

3-Savunmalar/Abdullah Öcalan

4-Felsefe Sözlüğü/A.Cevizci

5-İnsanca Pek İnsanca/Nietzsche

6-Güç istenci/Nietzsche S.12,17,18,21

7-Deccal 1/Nietzsche S.13,14

8– Ahlakın Soykütüğü/Nietzsche S. 22,2

9-Böyle Buyurdu Zerdüşt/Nietzsche S.23,24

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.