Düşünce ve Kuram Dergisi

Devrim ve Toplumsal Hakikat

Aydın Saka

“’Devrimci’ sıfatı, yalnızca özgürlüğü amaç edinmiş devrimlere verilebilir.” [Condorcet]

Robespierre devrimden dört yıl sonra kendi yönetimini “özgürlük despotizmi” olarak tanımladığında, Condorcet, yukarıda alıntıladığımız müthiş özetlemeyi yapar.

Hem etimolojik olarak hem de tarihsel dönüşüm serüveni içerisinde Devrim kavramından ne anlamamız gerektiğine dair pek çok açıklama çabası olmuştur. Özetlersek bu anlamlandırma çabalarını iki döneme ayırabiliriz. Birinci dönem, Antik Yunan kavrayışına ve hatta Sümerik mitolojiye kadar dayanan; evrensel oluşum algısının döngüselliğine atfen yapılan etimolojik tanımlamadır. Buna göre kavram, bir şeyin ilk başladığı noktaya dönüşünü ifade ediyor. Bu, sürekli kendisini tekrarlayan dairesel bir döngüdür. Algının dayanağı doğadaki (gece-gündüz, mevsimler, ölüm-yaşam) döngüdür. Buna göre tarihsel süreç de tıpkı doğal süreç gibi sürekli kendisini tekrarlayan bir değişmezlik sürecidir. Sümerler başta olmak üzere Antik Yunan’a kadar oluşmaya çalışan iktidarın kendisini bu tarih kavrayışı içerisinde baki kılmak istemi anlaşılırdır. Zira meşruiyet sorunu vardır ve bunu gidermenin yolu devletli-iktidarlı sistemi doğal hal-doğal süreçle izah etmektir.

Devrim kavramının bu anlam yüklenimi, 1789 Fransız Devrimi ile birinci dönemini tamamlar. Fransız Devrimi ile birlikte esas yaşanacak olan “altın çağ” ilerde, gelecektedir. Ve bu çağı getirecek olan bireyler/toplumlardır. Bu anlam dönüşümünün Aydınlanma modernitesiyle direkt ilişkisi vardır. Yani akıl döngüsel değil, ilerleyici tarih anlayışını savunmaktadır.

Bu noktada belki de en doğru tanıma, verili olan algıların dışında ulaşabiliriz. Çünkü bu iki dönem algısının içinde devrim kavramı; kopuş, süreklilik, isyan, yıkma, kurma, şiddet vb. pek çok anlamda kullanılmaktadır.

Buradan tekrar Condorcet’nin “devrimci” devrim tanımına dönmekte fayda var. Condorcet’nin yaptığı biçimiyle özgürlüğü ölçü almak önemli oranda doğru bir yaklaşımdır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde devrim ne dünde kalmış olur, ne geleceğe ertelenmiş olur. Hegel, tarihi, özgürlük bilincinin yürüyüşü olarak tanımlarken doğru söylüyordu. Ancak doğrusunun dayandığı öncüller yanlıştı. Zira Hegel, özgürlük bilincini devletli sınıflarla tarifliyordu. Egemenlerin tarih yapıcı olduğu tezi üzerinden örülen bu zihniyet, devrim tanımını en çok muğlaklaştıran yaklaşımlardan birisidir. Devlet ve devrim arasında kurulan iktidar ilişkisi, devrimi en temel ölçüsü olan özgürlükten koparıyordu.

O halde demek ki devrim tanımını yaparken öncüllerimizi ve öznelerimizi doğru tespit etmek durumundayız. İktidarcı kliğin öncülleri devlet yapıları ise toplumun öncülleri de demokrasidir. Birincisinin öznesi egemen klikler iken ikincisinin öznesi toplumdur, halkın kendisidir.

Devrim kavramının en yaygın anlamı da verili olan, baskı-zor-haksızlık ve adaletsizlik düzeninin sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri olarak kökten değiştirilmesi ve topluma dair, demokrasiye dair yeni bir düzenin inşa edilmesidir. Bu anlamda aslında devrim bir “an”ı anlatır. Öyle bir an gelir ki devrimin ruhu denilen coşku verili düzeni önüne katar ve toplumsal olanı -yani demokrasiyi- inşa etmeye başlar. Tüm devrim dönemlerinin ortak ruhudur bu. Devrimci öznelerin yanlış yapması veya egemen kliklerin bir biçimde devrimin içine sızarak devrimci özden boşaltması, devrimci ruh gerçekliğini değiştirmez.

İşte devrim ruhu dediğimiz olgu toplumun özgürlük, eşitlik ve komünalite özlemlerinin bileşkesinden doğar. Ne sanıldığı gibi devleti ele geçirme hedefi vardır ne de sadece bir isyan, yakıp yıkma ve şiddet arzusu vardır. Devrimci öznenin her türlü stratejik, ideolojik ve taktik yanlışlığından azade olarak, devrimin ruhu toplumsaldır, demokratiktir.

Demek ki devrim kavramının tarihsel ve toplumsal bir temeli vardır. O halde devrimi hiçbir biçimde toplumun üstünde, dışında göremeyeceğimiz gibi; yaşamın da bu tanımlamadan ayrı ele alınması mümkün değildir. Toplumsal yaşama dair her pratikleşme devrim hakikatine uygun ele alınabilmelidir.

Devrim ve hakikat arasındaki bağ da toplumun temel niteliklerine işaret eder. Bu çerçevede;

  • Devrimin ekonomi temeli komünalitedir,
  • Devrimin siyasal temeli politiktir, * Devrimin sosyal temeli ahlaki toplumdur.

Devrim bunlardan doğuyor ve bunlara yol açıyorsa devrimcidir. Dolayısıyla tarihseldir ve toplumsaldır. Tüm tarih boyunca toplumu toplum yapan bu temel parametrelerin korunması için onlarca direniş sergilenmiş, onlarca sistem ve ideoloji geliştirilmiş ve onlarca devrim yapılmıştır. Biz güncelde bu devrim gerçeğine sosyalizm diyoruz. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tam da bu noktada, “Sosyalizmde ısrar, insan olmada ısrardır,” derken, hem sosyalizmi tarihsel bir yapıya dönüştürüyor hem de insana dair her türlü tarihsel direniş düşüncesini sosyalizmin şimdisine içkinleştiriyor. Yani sadece gelecekte yapılması düşünülen sosyalist bir devrimden, sosyalist olma halinden söz etmiyor; sosyalizmi insanın tüm tarih boyunca insan olma ve insan kalma mücadelesi olarak tanımlıyor. Neolitik toplumsallıktan Hurri direnişlerine, Haz. İsa’dan Hz. Muhammed’e, onlarca şehir ve köy direnişinden işçi hareketlerine, Bruno’dan Fransız Devrimi’ne, Sovyetlerden Rojava Devrimi’ne; hepsi, bu devrim gerçeğinin tezahürleridir.

O halde bir durumun “devrimci” olarak tanımlanabilmesi toplumsal hakikate olan uygunluğuna bağlıdır. Son 150 yıllık reel sosyalist deneyimin bize gösterdiği temel bir husus, devrimin bir mühendislik faaliyeti gibi ele alınamayacağıdır. Üstenci Jakobenist yaklaşımın toplumsal hakikate dayatılan bir mengene olduğunu ve çok kötü durumlara yol açtığını deneyimledik. Bir tür ezilenlerin diktatörlüğü gibi absürd durum açığa çıktı ki, gerçekten de ezilenler ancak bu kadar kendilerine karşıt hale getirilebilirlerdi. Buradaki yanılgının temel nedeni, devrimin toplumsal dayanakları olan ahlaki-politik ve komünal yapıdan kopuk ele alınması, temelsiz bir özgürlük ve eşitlik rüyasına girilmesiydi. Aydınlanmacı aklın modernist yapısı ilk defa toplum adına hareket edenleri toplum gibi olmaktan utanır hale getirdi, toplumun dışına ve üstüne çıkardı.

Halbuki devrim denilen olgu topluma dayanmak durumundadır. Toplum için tahayyül edilen devrim, yani eşitlik ve özgürlük, toplumun ahlaki-politik ve komünal gerçeğinin tarihsel gerçekleşme halidir. Sanki “mutlak” bir eşitlik ve özgürlük oturtulacakmış gibi bir yanılgılı anlayışla devrim durumuna yaklaşılarak bir tür köksüzleşme yaşandı. Devrime yaklaşımda düzeltilmesi gereken en temel yanılgı burasıdır. Yani devrimin toplumsal hakikatle olan bağının doğru kurulması gerekiyor. Bu bağı doğru kurduğumuzda doğru ölçüyü oluşturmuş ve hareket tarzımızın sağlamasını yapma imkanının elde etmiş oluruz.

Bu ana ilkeyi koyduktan sonra devrimin kimi niteliklerine değinmek yararlı olabilir.

  • Devrim pozitif bir haldir. İnşa edicidir. Bu niteliği en başa koymamızın sebebi bu konuda hem egemenlerin çok yoğun bir çarpıtması var hem de “devrimci” ciddi bir yanılgısı söz konusu. Egemenler genel olarak devrim durumundan çok önceleri devrimin korkutuculuğu ve yıkıcılığını propaganda ederler. Propagandanın özü düzenin bozulacağı, kaosun hakim olacağı yönündedir. Bu algıyla kendilerini düzen-istikrar ve değerlerin koruyucusu olarak lanse ederler. Kendilerini toplumun bekası için olmazsa olmaz bir yapı olarak -beyin ve düşünce olarak- tanımlarlar. Kendisini devrimci olarak tanımlayan teorik ve pratik yaklaşımda da devrimin negatif yönü ön plandadır. Kuşkusuz bir inşa tahayyülü vardır. Fakat bu çoğunlukla ertelenmiş bir inşadır. Esas olan verili düzeni yıkmaktır. Verili düzen tümden yıkılmadan inşanın önemi pek öne çıkmaz. Bu yaklaşım kendi içinde bir mantık taşısa da verili devrim algısını besleyen bir niteliktedir. Egemenlerin devrimi öcüleştirme, terörize etme yaklaşımını büyütür.

Halbuki evrensel oluşun diyalektiği pozitiftir. Buna uymayan tek sapma iktidarcı-devletçi uygarlıkla başlayan durumdur. Toplumsal gelişme de evrensel diyalektikle uyum halinde gelişmiştir. Toplumsallaşma, yani insani temelde gelişim ancak evrensel oluş diyalektiğine uygunlukla sağlanabilirdi. Zaten anacıl-komünal toplumların temel niteliği kendilerini doğal sürecin bir parçası, üyesi ve devamı olarak görmedir. Doğayla kurulan ilişki bu çerçevede olduğu gibi toplum olma diyalektiğinin kendisi de böyle işler. Ahlak ve komünalite bu diyalektiğin adeta ruhu olurken; politika ve demokrasi aynı diyalektiğin yapısını oluştururlar. Bunların simbiyotik birliğinden doğan insandır/ toplumdur. Yine bu pozitif inşa hali kendi içerisinde sürekli bir özgürleşme eylemi içerisindedir. Devrim dediğimiz olgu bu inşayı yapıyorsa devrimci karakterinden söz edilebilir.

İktidarcı-devletçi akıl ise negatif bir diyalektikle işler. Özne-nesne karşıtlığını içerir. Sınıfçı, cinsiyetçi, dinci, milliyetçi ve bilimci negativizmin, aydınlanmacı aklın birlikte tek geçer akçe olması devrim teorilerine de sirayet etmiştir. Bugün Kürdistan’da en çok zorlandığımız hususlardan birinin bu olması zihniyet dünyamız üzerindeki bu iktidarcı negatif akılla ilişkilidir. Kendi toplumsal inşamızı oluşturmak, pozitif enerji ile toplumu devrimsel düzeyde harekete geçirmek yerine, ya devletin yapmasını veya ön almamasını isteyen bir yaklaşım içinde olabiliyoruz; ya da “bu devlet söküp atılmadan” Kürdistan’da devrim inşa edilemez diyoruz.

Son 150 yıllık ve özellikle Rojava deneyimi ise devrimin pozitif anlamda, toplumdan inşa edilmesinin önemini çok açıkça ortaya koymaktadır. Üstenci Jakoben bir devrim anlayışından/mühendisliğinden ziyade; toplum içinden kurumsallaşmış, örgütlenmiş bir devrimin nasıl bir motor güç olduğunu Rojava Devrimi’nde gördük.

  • Dolayısıyla devrim bir süreklilik halidir. Kuşkusuz devrim durumu denilen anlar vardır. Toplumsal baskı ve adaletsizliğin uçlarda seyrettiği ve buna karşı-devrimci temelde inşa olmuş toplumun burun buruna geldiği kimi anlara rastlarız ki buna devrim durumu diyebiliriz. Devrim ruhu ve coşkusunun zirve yaptığı zamanlardır. Bu zamanlarda “devrim yapmaktan korkmamak” devrimci öznenin bu ruhu ve coşkuyu ne kadar inşadan aldığına bağlıdır. Eğer toplumsal devrim yeterince pozitif anlamda inşa edilmişse, devrim durumu kapıya dayandığında 19 Temmuz Kobanê devrimci çıkışının bir benzerinin yaşanması sadece ve sadece devrimci öznenin doğru yer ve zamanda hamle yapmayı bilmesine bağlıdır.

Bu noktada belirleyici olacak olan sadece doğru yer ve zaman tercihi değildir. Aynı zamanda devrimci öznenin ideolojik ve programsal olarak; yani yönetsel ve kadrosal olarak devrimci ruhu yaşıyor olmaları gerekir. Devrimcilik sadece bir durum karşısında ir tavır geliştirmek değil, özgür yaşam için kendisini sürekli inşa etmektir. O halde sadece toplumsal bir inşadan bahsetmiyoruz. Aynı zamanda bizler bireyler olarak da kendimizi devrim ülküsü temelinde inşa etmeliyiz.

Burada yanlış anlaşılmaması gereken bir husus, devrimci kişinin toplumun dışında veya önünde kendisini örgütlemesinden bahsetmiyoruz. Devrim toplumsal hakikatle buluşma çabası ise eğer, devrimci toplumsal hakikati en çok yaşayan, yaşatan ve inşa eden kişidir. Burada klasik öncü parti veya öncü kadro anlayışından bahsetmiyoruz. Kuşkusuz bu kavramların da kendi mantıkları içinde yerleri vardır. Fakat esas olarak kişinin kendisini devrimci temelde örgütlemesidir söylenmek istenen. Yani ahlaki-politik ve komünalist bir duruş ve yaşayış içerisinde olmasıdır. Kürt Halk Önderi Öcalan gerçeğinde öğrendiğimiz en temel husus bildiğin doğrularla yaşamaktır. Eksik de olsa doğru bildiklerinin yaşayanı olmak Özgürlük Hareketi’ni büyüten en temel ilkelerden birisidir. Kapitalizme, liberalizme, cinsiyetçiliğe, sınıfçılığa, dinciliğe, bilimciliğe, bireyciliğe karşı ise, bunları yaşamayacağız; hem bunları yaşayıp hem devrimcilik yapamayız. Kürdistan’da inşa edilen devrim böyle bir tutarlılığı gerektiriyor ve dünya devrim yorumuna yeni bir soluk oluşturuyor. Toplum bu biçimde tümden devrimcileşirken, devrim de tümden toplumsallaştırılmış ve süreklileştirilmiş olmaktadır. Bu anlamda;

  • Devrim toplumu örgütleme ve eylemsel kılma çalışmasıdır. Örgütlü toplum demokratik toplumdur. Toplumun politikaya doğrudan ve radikal katılımını ifade eder. Yani toplumsal hakikate uygun örgütlenme halidir. Toplumun demokratik niteliği farklılıkların mevcudiyetinden doğar; farklılık demek farklı ahlak, farklı politika, farklı kültür demek; dolayısıyla farklı örgütlenme demek. Tek bir demokratik konfederal örgütlenme anlayışı yoktur. Arapların demokratik konfederalizmi farklı örgütlenmek durumundadır; Kürtlerin ayrı, Farsların ayrı. Devrim ile demokrasi arasındaki bağ bir farklılıkların örgütlendirilmesinden doğar. Devrimin demokrasiyi tanımaması veya demokratik olmayan bir temelde örgütlemesi onu toplumsal hakikatten koparır. Hakikatten kopmuş toplum iradesizleşmiş ve eylemekten düşürülmüş toplumdur. Öcalan, “Eylem, demokrasinin dilidir,” derken, devrimin yolunu gösteriyordu. Eylem, demokrasinin dile gelişidir. Dile gelmeyen demokrasi devrimci değildir. Eğer hakikat bilinmişse örgütlenmeli, örgütlenmişse eylenmelidir. Devrimcilik tam da bu bilinç-örgüt ve eylem bütünlüğüdür.
  • Bu noktada devrim ve şiddet konusunda oluşan yanılgılı yaklaşımlara da düşmemiz gerekir. Devrimi ne salt bir yıkma, savaş ve şiddet eylemleri ile tanımlayıp devrimci şiddet adı altındaki yanılgılara düşülmeli ne de devrimi pasifizm olarak algılamalıyız. Birincisinin bir kör şiddet sarmalına yol açmasının yanında, içe dönük tasfiyeci gerçekliği deneyimlenmiştir.

İkincisi ise tam bir teslimiyet halidir.

Şiddet olgusuna belki iki noktadan bakılabilir. Birincisi meşru savunmadır. Devrim ancak bu felsefe ile şiddeti bir olgu olarak kabul eder. Daha doğrusu son bir seçenek olarak kullanıma müsaade eder. Kaldı ki bir evrensel oluşum halidir.

İkincisi de Marx’ın dediği gibi “ebelik” rolüdür. Yani kolaylaştırıcı, iş bitirici bir rol. Buradaki ölçü devrim durumunun önünü açmak ve şiddeti bununla sınırlı kılmaktır. Bu anlamda şiddet “kurucu” bir öğe değildir. Esas itibariyle bu konuda pek çok şey söylenebilir. Fakat çoğu zaman askerlik olgusunu veya şiddet eylemini sonuçları üzerinden de tanımlamak gerekebilir. Devrimci zor’un sonuçları üzerinden tanımlanması çok mükemmel bir ölçü olmasa da günümüz koşullarında önemli bir sorununu çözüme kavuşturmaktadır.

Sonuç olarak devrim olgusuna herkesin bir bakışı vardır. Hatta her ideolojinin kendi içerisindeki farklı fraksiyonlarının bile farklı bakış açıları vardır. Bu, doğaldır. Zaten devrim durumunun kendisi de öyle statik değildir. Tek bir devrim teorisi ve yolu yoktur. Bazı teoriler sınanarak oluşurlar, bazı sınamalar teoriye dönüşürler. İşte bugün Rojava Devrimi hem kendi teorisini yapıyor hem kendi yolunu çiziyor. Şüphesiz dayandığı bir paradigma ve ideoloji var. Genel ölçüleri var. Ancak pratik sahanın oluşturucu ve düzenleyici ilkeleriyle teoride şekil bulmaya çalışmaktadır ve doğrularımızı hep yeniden pratiğin süzgecinden geçirmektir. Rojava Devrimi, devrimciliği ve devrimin yolunu gösteriyor.

 

 

 

Kaynakça ve Dipnot
  • Arendt, Hannah. (2012). Devrim Üzerine. çev. Onu Eylül Kara. İletişim Yayınları: İstanbul.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.