Düşünce ve Kuram Dergisi

Sömürgeciliğin Doğu Hali, Tayvan Sömürgeleştirmelerin Meydana Getirdiği Ülke

Arif Dirlik

Aradan geçen sürede yaşanan pek çok çarpıcı değişiklik arasında temel bir tanesi vardı ki, ne tuhaftır, bir yıl önceki en son ziyaretime kadar zihnimde ön plana çıkmadı – bu en son ziyaretimde, Academia Sinica’nın bahçesinde oturup insanları seyrederken, insanların ne kadar değişmiş olduklarını hayretle fark ettim. Ana Kara’daki güçlü mukabil devletin ekonomik, kültürel ve muhtemelen siyasi katmanlarının arasında kaybolmanın sürekli tehdidi altındaki bir yaşamın, bir ada Cumhuriyeti insanına yüklediği yadsınamaz kaygılara rağmen, kim oldukları ve ne için orada olduklarıyla ilgili davranışlarında ve etkileşimlerinde görünür bir rahatlık hissi –bir bakıma, Antropolog David Schak’ın bahsettiği sıcak bir “nezaket”- vardı. [1] Onların kendileriyle ilgili bu rahatlıkları, benim bu gafil avlanışımın, 1990 yılından sonraki ziyaretlerimde Tayvan’da yaşayan insanların büyük bir çoğunluğuna dair biriken hislerimi yansıttığını fark etmemde tetikleyici oldu. Bu gözlem, yirmi yıl önce yaptığım ve 1 yıl süren ziyaretimde edindiğim izlenimlerle keskin bir tezat oluşturuyordu ki o zaman bizim gibi yabancıların tanışması en muhtemel kişiler, adada hâlâ misafir olduklarını ve yakında Ana Kara’daki “gerçek” evlerine döneceklerini hayal eden insanlardı. Bu istek, adayı yurtları belleyen ve Ana Kara’dan gelen fatihlerinden kültürel olarak belirgin bir şekilde farklı olan insanlardan ayrılmayı kalıcılaştırdı. Ev sahipliği yaptığı kültürleri birbiriyle anlaşmazlık içinde olan bu ada, bir yerleşim duygusuyla birlikte gelen ağırlıktan yoksun görünüyordu.

Tayvan’ın bir durumdan diğerine nasıl geçtiği, aradan geçen zamanda Ana Kara fatihlerine karşı varlığını yeniden ortaya koyarak Ada’nın tarihinin akışını fatihlerin öngördüğünden kesinlikle farklı bir yönde değiştiren Tayvan toplumunun gözünden sistematik bir incelemeye değer göründü ve böyle görünmeye devam etmektedir. Bugün “Tayvanlı” terimi, adanın sadece 1945 öncesi sakinleri için değil, ada nüfusunun tamamını ifade etmek için kullanılmaktadır ki bu da somut ve yerel olanın, soyut ve milli olan karşısındaki başarısıdır. 1945 sonrasında Ana Kara’dan adaya gelişler, artık doğum ve kökenden ziyade, Ana Kara’ya yönelimler cinsinden tanımlanması gereken Tayvanlılar ile Ana Karadan olanlar arasında daha eskiye ait farklılıkların geçerliliğini büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Bu kültürel ve tarihi dönüşümün kumaşı, ada nüfusu üzerinde büyük ölçüde iz bırakmıştır. Nüfuz ve iktidar mülahazalarına dayalı olarak uluslararası anlaşmalarla da onaylanmış bir varsayım olan bir “Çin” toplumu olarak Tayvan’ın doğal olarak Çin’e ait olduğu yönündeki yaygın varsayıma karşı daha yakından anlaşılmayı bekleyen bu kumaşın sadece biçimi değil ta kendisidir. Ada’nın büyük bir bölümü için, yerel, açıkça, yerelden daha fazla anlam taşır ve dünya çapında “Çin” ve “Çinli Olma” kavramlarına ilişkin derin anlamlar içeren kendi ulusal talepleri açısından bir temel oluşturur. Hayalleri hâlâ Ana Kara’da yatanlar için bile – Ada’nın kültürünü şekillendiren bu yeni ortaya çıkan bilincin farklı yönlerini inceleyecek bir cildi bir araya getirmek için önemli motivasyon kaynaklarından biri hâline geldi.

Teorik motivasyon daha komplikedir. Bu durum, taşıdığı önemin gerektirdiği ilgiyi görmemiş olan sömürgecilik (kolonyalizm) ve tarihsel kimlik oluşumu arasındaki ilişkiyi de kapsar. Bu, kulağa tuhaf gelebilir, ancak sömürgecilik ve kimlik arasındaki ilişki sömürgecilik sonrası akademik çalışmaların merkezinde yer almıştır. Ancak bu akademik çalışmaların Avrupalı-Amerikan sömürgeciliği konusundaki obsesif tasası kendi tarihsel ve teorik kapsamını sınırlandırmıştır ve araştırmaları sömürgeleştirmenin sömüren üzerindeki etkisine ve sömürgenin (koloni) sömürgecilerin beklentilerine öykünen direniş stratejileriyle yerli halk tarafından sahiplenilmesine yönlendirmiştir. Sömürülenlerin bilgileri de dâhil modern bilgi formlarını şekillendirmiş Avrupalı/Amerikan sömürgeci varsayımlarını dengelemeye ilişkin sömürgecilik sonrası eleştirinin anti-hegemonik amacı göz önüne alındığında bu vurgular anlaşılabilir niteliktedir. Bu süreçte gözden kaybolan, sömürgeci kültürünün sömürüleni aslında hangi yollarla dönüştürdüğü ve sömürgecinin beklediğinden farklı bir yönde de olsa sömürüleni yeni tarihsel bir istikamete yönlendirdiğidir. Kültürel ve epistemolojik Avrupa merkezciliğinin sömürgecilik sonrası eleştirisi, aldığı ilhamın ve kullandığı dilin büyük bir bölümünü bu bilgi formlarına borçludur. Sömürgeciliğe karşı direniş, kimlik oluşumu açısından güçlü bir kaynaktır; ancak bu, onun hâlihazırda sömürgeciliği olmazsa olmaz bir an olarak varsaydığını kabul ettiğimiz takdirde söz konusudur. [2]

Sömürgeciliğin tarihsel kimliği oluşturan kaynaklardan biri olduğu şeklindeki öneri, sömürge dönemlerinin ulusal tarih açısından kara kutular olarak göründüğü ve sonuçlarının ulusal bütünlük ve aidiyetin geri kazanılmasıyla en iyi şekilde silindiği ulusalcı tarih yazımıyla pek uyuşmamaktadır. Bu bakış açısından sömürge dönemleri, ulusal kimliğin oluşumuna katılan bileşenlerden biri olmaktan ziyade, ulusal kimliğin gelişme sürecinden sapmalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kültürel etkileri, gayrimeşru olmasa bile, istenmeyen etkiler olarak kabul edilir ve ulusal bilincin kök salması için ortadan kaldırılmaları gerekir. [3]

Kanımca, en ateşli şekilde şu anki PRC’de olmak üzere, Çin’in ulusalcı tarih yazımında Hong Kong ve Tayvan ile ilgili görüşlere de bu düşünce tarzının hâkim olduğu açıkça görülebilir. PRC hükümeti, Hong Kong’daki İngiliz sömürge yönetiminin bitişini, “eve dönüş” şeklindeki yan anlamlarıyla “huigui” olarak tanımlamaya karar verirken, ima ettiği şey, Hong Kong’un yüz elli yıl boyunca gönülsüz sürgünde olduğu ve artık “Ana Kara’ya” bağlanarak uygun tarihsel istikametine geri döndüğüydü. Aynı tür tarihsizleştirilmiş düşünce tarzı, Tayvan ile ilgili görüşleri de şekillendirmektedir: Başlangıçta Japon sömürgesi ve daha sonra ise ironik olarak “tek Çin” görüşüne uzun yıllar bağlı kalmış ve hâlâ öyleymiş gibi görünen, hain ilan edilip kaçan Guomindang’ın kalesi olarak geçirdiği bir yüzyıllık ayrılığın ardından Tayvan için Ana Kara’ya dönme vakti gelmiştir. Bu görüşün, çoğu “Çin’den” gelen, çok sayıda öğrencinin de aralarında bulunduğu birçok yabancı tarafından da normal karşılandığını ekleyebilirim.

Ardından Hong Kong’da yaşanan gelişmeler, buna benzer tüm varsayımların yanlışlığını göstermiştir. Sömürge dönemi mirasının, rejimin istediğinden daha derine yerleştiği kanıtlanmıştır. Hong Kong’un demokrasi ve bağımsızlık taleplerini, sömürgeci yönetime veya hatta sömürge yönetimi altında oluşturulan siyasal ve yasal normlara karşı kalıcı bir nostaljiye bağlamak basit olurdu. [4] Söz konusu sömürge yönetiminin kurduğu yasal sistem, Pekin hükümetinin yapabileceklerinden çok daha üstün olmasına karşın, sömürge yönetimi de demokrasiye izin vermemişti. Ana Kara yönetimine duyulan hoşnutsuzluk, eşitsizliğin arttırılması ve halkın bu konuda yapılabilecek bir şey olmaması karşısında duyduğu hayal kırıklığından tutun, Hong Kong toplumuna her düzeyde toplumsal ve kültürel yeni gerilimler getiren yeni keşfedilmiş zenginliğin Ana Kara tarafından neredeyse işgaline kadar pek çok diğer faktörü de içine almaktadır. Pekin hükümeti ile Hong Kong’un ekonomik elitleri arasındaki açıkça kabul edilen ittifak, merkezi kontrole karşı yerel otonomi için yürütülen mücadeleye sınıfsal bir boyut katmaktadır. Ana Kara’dan gelen çoğu turistin Hong Kong’a karşı takındığı kendini beğenmiş ve sahiplik taslayan tavrının yanı sıra aç gözlü ve görgüsüz davranışlarının da, eğitim, sağlık gibi kamu kaynakları dışında günlük tüketim malları üzerinde de baskı oluşturması ve “gerçek Çinlilerin” özellikleri ile sömürgecilikle enfekte olmuş yerel halk –ki onlar da sömürge geçmişleri sayesinde kültürel olarak daha üstün olduklarını iddia ediyorlar– karşılaştırması yaparak kültürel yönelim üzerinde baskı oluşturması açısından nüfusun geneli üzerinde maddi sonuçlar doğurmaktadır. Bu çatışmalar Hong Konglular ile Ana Karadan gelenler arasındaki ilişkilerin ırk ayrımı temelinde şekillenmesine yol açmıştır. [5] Hong Kong’da yükselmeye başlayan sesler, daha önce benzer talepleri dile getiren Tayvan bağımsızlık savunucularının izinden giderek, açıkça, “Hong Kong’un Çinli olmadığını” ilan etmektedir. [6]

Hong Kong’da devam eden demokrasi mücadelesinin sömürge yönetiminden kurtulmadan kaynaklandığı kadar, sömürge tecrübesinden kaynaklı bir miras olmadığı  da muhtemelen doğrudur – ki bu dönemde sömürge iktidarının bitmesi nedeniyle duyulan sevinç Pekin’in gözetimi altında kurulacak daha demokratik bir rejime dair umutlarla birleşmişti. Bir ayrılma jesti olarak ve belki de itibarlarını kurtarmak için, İngilizler öngörülebilir gelecekte Hong Kong’un bir düzeyde özerklik elde etmesi ve daha sonra Özel İdari Bölge olarak anılacak tartışmalı iç bölgede tam demokrasiye doğru bir adım atması için Çin Halk Cumhuriyeti’nden bir söz almıştı. Bu sözlerle yaratılan umutlar, yönetici elit kesim dışındaki Hong Kongluların, büyük ölçüde, Ana Kara ile kurulan ilişkiler sonucunda ortaya çıkan ve artan sosyal ve kültürel yoksunluktan mustarip olduğu dönemlerde sürekli darbe almıştır. Ana Kara karşıtı protestolarda Pekin’in otoritesine ve onun Çinli tanımına karşı sembolik bir meydan okuma olarak, sömürge dönemi bayraklarının sallanmasıyla da dramatize edildiği gibi, umutsuzluk, farklılık hissini keskinleştirmiştir ki buna ilişkin en doğrudan referans sömürge geçmişidir. Nobel ödülünü kazanan Liu Xiaobo’nun ideolojik “suçlarından” biri, sömürge tecrübesinin Hong Kong’u (Hindistan’ı), bu şansı kaçırmış olan Ana Kara’ya kıyasla demokrasiye daha iyi hazırladığını ima etmesiydi. [7] Farklı zihinlerde nasıl gelişirse gelişsin, sömürge geçmişi Pekin’in kontrolüne karşı Hong Kong’un farklılığının bir göstergesi olarak otonomi beyanlarında yadsınamaz bir yer kaplamaktadır.

Sömürge geçmişinden kaynaklanan farklılık, mevcut otonomi taleplerini meşrulaştırdığı takdirde, sömürgecilik de tarihsel kimliğin bir kaynağı olarak yeni bir meşruiyet kazanır. Buna karşılık, bu tür bir otonomiyi sınırlandırma çabaları kapsamında şu anda sömürgeleştirici bir güç olarak görünen artık Çin Halk Cumhuriyeti’dir (PRC). Bunun tersi, ulusalcı ideolojilerde ulusalcılığın silinen bir boyutunun ifşasına tekabül eder: sömürgeciliğin, ulusların başka ulusları veya etnik grupları sömürgeleştirmesini ifade eden sıradan anlamını değil, ulus inşası sürecinin kendisinin sömürgecilik faaliyeti olması anlamını ifade eden, sömürgeciliğin bir formu olarak ulusalcılık. Ulus inşası sürecindeki sömürgecilik, söz konusu ulus içindeki vatandaşların gerçek veya uydurulmuş kültürel yakınlıklarının yanı sıra siyasal açıdan güçlenmesi vaadiyle – en önemlisi de bu vatandaşların “hak iddiasında bulunma hakları” olan vatandaşlar olarak yeniden kurgulanmaları sürecinde – bir miktar yumuşatılır ki ulusalcılığın içindeki sömürgeciliği uluslar arasındaki sömürge ilişkilerinden ayıran da budur. Ulus-devletlerin vatandaşlarının vatandaşlık haklarını inkâr ederken, onlara devlette veya daha somut olarak PRC’de, yani parti-devlette vücut bulan soyut ulusalcılık (milliyetçilik) kavramlarına bağlılık ve hizmet etme yükümlülüklerini dayattığı durumlarda daha kolayca görülebilir.

Ulus inşasında sömürgecilik meselesi, ABD, Avustralya, İsrail ve Tayvan gibi yerleşimci (dışarıdan gelerek bir yere yerleşen) toplumlarda daha açıkça görülen bir meseledir.[8] Sömürge paradigması, Fransa ve Büyük Britanya gibi Avrupa toplumlarında ulus inşasına ilişkin çalışmalara da uygulanmıştır.[9] Sınır bölgeleri ve Han etnik topluluğu dışındaki etnik topluluklara ilişkin çalışmalar dışında, bu konu, Çin akademisyenlerinden çok daha az ilgi görmüştür.[10]

Burada kast ettiğim, daha güçsüz etnik grupların ulus-devlete dâhil edilme sırasında fethedilmesi veya etnik grupların ülke içinde sömürgeleştirilmesi değil, bilakis ulus-inşası sürecinin kendisidir. Ulus-devlet ve kapitalist ekonominin eşzamanlı olarak yükselmesi tesadüf değildir. Giovanni Arrighi, ulus-devlet bölgesel olmasına karşın, kapitalizmin küreselleşmeyle yayılıp geliştiğini savunmuştur. Bu çelişki sadece görünüştedir. Ulus-devlet, hem yurtdışında hem de “yurtiçinde” sömürgecilik yoluyla sermayenin ilkel birikimi bakımından etkili oldu. Yurtdışında sömürgeci yayılım ve genişleme, sermayenin küreselleştirici dürtülerine hizmet ettiyse, köylü ve “feodal” sınıfların mallarının kamulaştırılması ve bu sınıfların mülksüzleştirilmesi, tribüter (bağlı toplulukların vergi yoluyla bağlılığı) ilişkileri ortadan kaldırarak onun yerine mülkün ve genel itibariyle ekonominin ulus tarafından yönetilmesini getirerek ülke içinde ilkel sermaye birikimine hizmet etti. Kapitalist olarak adlandırılan toplumlarda burjuva sınıfı bu süreçte hayati bir rol oynadı. Burjuva sınıfının güçsüz olduğu yerlerde bu görev doğrudan devlet müdahalesi yoluyla üstlenilirken, sosyalist toplumlar olarak adlandırılan toplumlarda komünist partiler aracılığıyla devralındı. Modern ulus devlet, sömürgeciliğin bir ürünü olduğu kadar onun acıdır da.

PRC’nin gelişimi, modern ulus-devlet ile sömürgeciliğin iki yüzü (Janus-yüzü) arasındaki ilişkiyi örnekleyici niteliktedir.[11]

Siyasal olarak ve kültürel olarak, modern devletler kendilerini ulusal iradenin ifadesi olarak gösterirler. Aynı zamanda temsil ettiklerini iddia ettikleri ulusları meydana getirme, en önemlisi de, kaçınılmaz olarak farklı ve çeşitli olan toplumlarını birbirine bağlamak ve bir arada tutmak için zorunlu bir ulusal kültürü besleyip büyütme konusunda da – daha fazla değilse bile – en az eşit derecede hayati bir rolleri vardır. Sömürgeciliğin içindeki ulusalcılık, özellikle eskiden Üçüncü Dünya ulusal özgürlük ve kurtuluş girişimleri olarak adlandırılan durumlarda, devletin birbirinden tamamen farklı toplumlardan bir ulus yaratma kapsamında “medenileştirme görevini” üstlenmesi de dâhil – ki bu genel olarak ulusalcılığın kaygılarından biri olduğu gibi on dokuzuncu yüzyıldan itibaren Çin ulusalcılığının da kaygılarından biri olmuştur, başkaları üzerinde kurulan sömürgeci yönetimde alması gereken dersi alan uluslarda gözle görülebilir.[12] Bir ulus bilinci oluşturmak ve bu ulusun devletine bağlılığı şekillendirmek özellikle önemlidir ve bu kavramların homojenliği ise ulusal bütünlüğün ve devamlılığın sınandığı bir testtir. Ulusal birliği ve kimliği güvenceye alan baskın (dominant) bir kültürün gerekliliği, “Çok kültürlülüğü” küreselleşmenin kaçınılmaz sonuçlarından biri kabul eden devletlerde bile temel meselelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. [13] Bu baskın kültür, açıkça söylenmese bile, zımnen baskın etnik unsurun kültürü olarak anlaşılır; bu durum bu iddianın açıkça inkâr edildiği yerlerde dahi böyledir.

Ana Kara’yla ilişkide Tayvan kimliği hakkındaki son zamanlarda yapılan akademik araştırmalar bu iki konunun (kültürel açıdan dönüştürücü bir tecrübe olarak sömürgecilik ve sömürgeci bir faaliyet olarak ulusalcılık), Tayvan’ın tarihsel deneyimiyle eşit derecede ilgili olduğunu göstermektedir.[14] Tayvan’daki Japon sömürgeciliği süre olarak Hong Kong’daki İngiliz sömürgeciliğine kıyasla yüzyıl daha kısa sürdü. Ve Tayvan, Hong Kong’a uluslararası ekonomide daha önde gelen bir konum kazandıran kozmopolit kapitalizmi talep edemedi. Ancak Tayvan’ın modern gelişimini Ana Kara’dan ayıran kurumsal yapıları ve kültürel hassasiyetleri şekillendirme konusunda muhtemelen aynı düzeyde güçlüydü. Japon sömürge yönetimi altındaki Tayvan, İngiliz sömürge yönetimi altındaki Hong Kong’a kıyasla çok daha etkili ve kesin bir biçimde Ana Kara’dan koparılmıştı. Japon sömürge yönetiminden kurtuluş, Ana Kara’la yeniden birleşmeyle sonuçlanmadı, bunun yerine, neredeyse 40 yıl boyunca adayı geçici merkezi olarak gören, sürgüne gönderilmiş Guomindang tarafından işgal edildi ve sonunda Guomindang, bağımsız Tayvan’ın kurulması konusunda işgal altındaki halka siyasal ve kültürel açıdan isteksizce de olsa uyum sağlamak zorunda kaldı. Bu bağımsızlık şu anda Ana Kara’daki Komünist rejimin tehdidi altındadır. Pekin rejimine göre, birleşme önerisi, sömürgeciliğin ayırdığı iki “Çin” toplumunun “yeniden birleşmesi” anlamına gelmektedir. İki toplumun bir asır boyunca birbirinden farklı yörüngeler izlediğine inanan birleşme karşıtlarına göre, “yeniden birleşme” bir ulusun sömürgecilik yoluyla başka bir ulus tarafından ele geçirilmesidir. Hong Kong örneğinde olduğu gibi, sömürge geçmişi (muhaliflere göre hem Japonya hem de Guomindang yönetimi), büyük ölçüde, farklılık taleplerinin alt metnini oluşturmaktadır. Leo Ching; Tayvan, Japonya ve Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki üçlü ilişkinin yarattığı çelişkileri kısaca açıklamıştır:

Sömürge iktidarından kurtulmak için, Çin ulusalcılığının gereken itici gücü sağlamasından, sömürgecilik sonrasında Çin yönetimine karşı duyulan hayal kırıklığına ve antipatiye kadar; Çin, Tayvanlılık öz-bilincinin ve onun Japonya ile kuşkulu ilişkilerini oluşturmada ve ortadan kaldırmada önemli bir rol oynamıştır. Başka bir deyişle, Tayvan, emperyal Japonya ve ulusalcı Çin arasındaki üçlüleşme, çelişkili, çatışmalı ve karmaşık isteklerin ve kimliklerin yansıtıldığı, müzakere edildiği ve mağlup edildiği bir bölge yarattı. Hâlihazırda devam etmekte olan Tayvan’ın bağımsızlığı ve Çin’le yeniden birleşmesi üzerine yürütülen tartışmalar, Japon sömürgeciliği sonrasında gelişen bir olay olmasına karşın, Japon sömürgeciliği dönemi, “Tayvanlılık bilinci” ve “Çinlilik bilinci” meselelerinin gömülü olduğu ve çekiştiği güçlü bir alt-metin olarak kalmaya devam etmektedir. [15]

Sömürgecilik, geniş anlamıyla, “yerleşimci sömürgeciliğini” de içerdiğinden dolayı, sömürgeciliğin Tayvan’daki tarihinin çok daha uzun olduğunu ekleyebiliriz. Bir ada toplumu olan Tayvan’da sömürgecilik, uzun süre önce yerleşmiş ve dâhil edildikleri siyasi oluşumlarla tanımlanır hale gelmiş olan toplumlarda kolayca görülemeyecek nitelikte bir tarihsel derinlikle görülmektedir. Aslında, Tayvan’ın tarihsel gelişimi, sömürge yönetimlerinin birbirini izlemesi olarak görülebilir: binlerce yıl önce adaya yerleşerek ada yerlisi haline gelmiş ilk yerleşimcilerin Ming Hanedanlığı ve özellikle de Qing Hanedanlığı döneminde Ana Kara’dan gelen yerleşimcilerce sömürgeleştirilip yerlerinden edilmeleri, adanın Hollanda sömürge yönetimi altında birleştirilmesi, Qing hanedanlığının adayı idari yapısına dâhil etmesi, yarım yüzyıllık Japon sömürgeciliği, akabinde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Guomindang’ın işgali ve şimdi de Ana Kara’nın devam eden tehdidi.[16] Sömürgecilik ve ona karşı sergilenen direniş, adanın kültürel oluşumunu ileriye götüren güçleri şekillendirmiştir; bu da ona özgün bir kimlik vermiştir ve bu kimlik, soyut bir “Çinliliğin” yerel bir versiyonundan ibaret değildir, aksine, “çinlileştirme” sürecinin değil, Tayvanlılaştırma sürecinin ürünü olan kendi içinde bağımsız bir kimliktir. Onun Qing hanedanlığından itibaren Ana Kara’dan kopmuş olması, yarım asırlık Japon sömürgeciliğiyle kesintiye uğrayan “Çin’in” ulus inşası ve bütünleşmesi sürecinde çoğu zaman bir sorun olarak görülmektedir. Thomas Gold’un kısa bir süre önce kaleme aldığı makalesinde gözlemlediği gibi, tüm bunlara karşın, Tayvan aslında hiçbir zaman “Çinli” olmamıştı. [17] Qing hanedanlığı öneminde yerleşenleri “Çinli” olarak görsek bile, Qing hanedanlığının Tayvan’ı sömürgeleştirmesi süreci, adayı sömürgeleştirme ve birleştirme görevini tamamlayan Japonya tarafından yarım bırakıldı. Melissa Brown, Tayvan Çinli mi? (Is Taiwan Chinese?) şeklinde kışkırtıcı bir başlık taşıyan kitabında, Ana Kara’daki kökenlerle kurulan duygusal bağların, değişen siyasal ve ekonomik koşullarla birlikte değiştiğini ve artık sorun yaratmayan bir kategori olarak, Tayvan’ın “Çinliliği” – veya aynı şekilde “Çinlilik” kategorisi – ile ilgili tüm nosyonlara son verildiğini göstermiştir.[18] Uzun vadeli bir sömürgeleştirme ve sömürgecilik karşıtı direniş sürecinden ibaret olan bu dönemde, “ulus inşası” her aşamasında siyasal ve kültürel baskıyı ve yerinden etmeyi barındırıyordu. Tayvan’ın ulus inşası süreci Ana Kara’daki ulus inşası sürecinin bir parçası değildi, aksine, bu sürece paralel olarak gelişti ki bu durum, Tayvan’ı Hong Kong’dan ayırmakta ve Tayvan’ın durumunu, sömürgeciliğin bir ulusun başka bir ulusu fethetmesi olarak daha yaygın bilinen anlamına yakın bir duruma getirmektedir.

PRC’nin baskın etnik unsuru olan Han etnik grubuyla tanımladığı ve “Çin” olarak oluşturduğu öz-imgesine karşı en büyük tehdit de sömürgeciliğin ayrı ulus olma anlamıdır. Tayvan’ın, Han kültürünün bölgesel bir çeşidi olmadığını, aborjin kültürlerinin, Güneydoğu Çin’den birbirini izleyen göç dalgaları halinde gelen Hoklo ve Hakka göçmenlerinin ve 1945 sonrasında gelen “mülteciler” arasındaki etkileşimlerin sonucu olarak ortaya çıktığını ve adanın sömürge geçmişinin kompleks mirasından izler taşıyan ayrı bir ulusal oluşum olduğunu kabul etmek; “Çin’in” kaynaşmış bir ulusal varlık olma fikrinin temelinde yatan ve uygarlaştırma sürecinin temel varsayımlarından biri olan “Çinlileştirme” (Hanhua, sözcüğün tam anlamıyla Han olmak veya tonghua sözcüğün tam anlamıyla, yine Han kültürünün hakimiyetini benimseyen asimilasyon) ideolojisinin doğruluğunu ve yerindeliğini sorgulatmaktadır. Bu durum, yalnızca ebedi bir “Çinli” kimliği yerine, etnik çoğulculuğun “Çinli olmanın” bir göstergesi olduğunu ileri sürmekle kalmıyor, aynı zamanda, Han etnik unsurunun da “Çin” olarak adlandırılan toprak kütlesi üzerinde diğer etnik unsurlarla temas kurdukça zamansal ve mekânsal değişimler geçirdiğini gösteriyor. “Çinli kimliğinden uzaklaştırmak” da en az “çinlileştirme” süreci kadar uygarlaştırma sürecinde rol oynadı. Brown’un ifade ettiği gibi,

Tayvan şu anda küresel açıdan bir cadı kazanı gibi görülmektedir, zira ulusal kimliğini ve etnik kimliklerini PRC’nin ulusal kimlik ve etnik unsur politikaları açısından hoş karşılanmayan sonuçları olacak şekilde dönüştürmektedir. 1945 ve 1991 yılları arasında, Tayvan hükümeti, Tayvanlıları, etnik açıdan Han etnik unsuruna mensup ve ulus açısından Çinli olarak gösterdi ve hatta Ana Kara Çin’inin de meşru hükümeti olduğunu iddia etti. 1987 yılından itibaren, aşikar bir siyasal amaç olan PRC ile aralarındaki mesafeyi gerekçelendirme adına, Tayvanlılar, giderek artan bir şekilde, Tayvanlı kimliğinin yapı itibariyle neredeyse 400 yıldır Han kültürü ve soyunun, Aborjin kültürü ve soyunun ve Japon kültürünün (soyunun değil) bir karışımını temsil ettiğini ve on ikinci yüzyılın tamamı boyunca Çin’den ayrı kaldığını savunmaktadırlar… Bağımsız bir Tayvan …Çin otoritesi altındaki etnik unsurların yaşadığı bölgelerde sorunlar çıkarmaktadır: Tayvanlıların etnik farklılıklarından dolayı ulustan “ayrılmalarına” izin verilirse, bu durumda neden Tibetliler veya Türk kökenli Müslümanlar (örn. Uygurlar) ya da hatta Kantonca konuşanlar için de aynı şey olmasın? Tayvan’ın bağımsızlığı, PRC’yi, SSCB veya daha da kötüsü Yugoslavya gibi parçalayacak bir domino taşı etkisi yaratabilir.[19]

Brown’un ifade ettiği tüm bu bölünme senaryoları, çoğunlukla, PRC liderlerinin zihinlerindedir. Uygurların ve Tibetlilerin PRC’den ayrılmak istemelerinin veya en azından gerçek bir otonomi elde etmek için mücadele etmelerinin nedeni, bu halkların kelimenin en açık anlamıyla sömürgeleştirilmiş halklar olmalarıdır. Hem Tibet hem de Xinjiang, 18. yüzyılda Mançu hükümdarları tarafından çok sayıda etnik unsurdan oluşan bir imparatorluk olarak tasarlanan Qing İmparatorluğu’na zorla bağlandı. Cumhuriyet sırasında etkili bir merkezi hükümetin olmaması nedeniyle 1911’de Qing’in düşüşünden sonra, bir düzeye kadar bağımsızlığın tadını çıkardılar. 1949’dan sonra PRC yönetimine bağlandılar ve Han olmayan azınlık milletleri için yurt olarak resmen “özerk bölgeler” statüsüne sahip olacak şekilde tasarlandılar. Baskın olan Han etnisitesini temsil eden bu yeni ulus-devlet, emperyal öncüllerine kıyasla farklılığa daha az tolerans gösterdikçe, yıllar içinde bu tanımın anlamının altı gittikçe boşaltılmıştır – ki bu durum imparatorluktan ulus-devlete geçişte genellikle yaşanmıştır, ancak burada “yabancı” Manchu iktidarına karşı ulusalcı isyanın etnik bileşeni olan Hanlar tarafından biraz daha alevlendirilerek daha kötü bir duruma sokulmuştur.[20] PRC, yönetimi altındaki azınlık topluluklarından gelen siyasi özerklik ve yönetime katılma (Partiye hizmet dışındaki) taleplerini şiddetle bastırmaktadır. Genel itibariyle sömürgecilik için bir bahane işlevi gören “medenileştirme misyonunun” tipik bir faaliyeti olarak, bir yandan kültürel soykırıma girişirken, diğer yandan, ölmekte olan azınlık kültürlerini popüler tüketimin beğenisine sunmaktadır. Hem Tibet’te hem de Xinjiang’da bulunan kaynakları kontrol edip acımasızca sömürmekte ve bu yerlerde yaşayan fakirleştirilmiş halklar da devlet destekli Han yerleşimcilerinin sömürgeciliğiyle gittikçe artan şekilde ötekileştirilmektedir. İstatistikler değişkenlik gösterse de, özellikle Tibet’te sayılar, hem Tibetlilerin hem de Uygurluların sözde “özerk memleketlerinde” azınlık hâline geldiklerini veya öyle olmanın eşiğine geldiklerini göstermektedir. Marjinallikleri ise, neredeyse su götürmez bir gerçektir. Prof. İlham Tohti’nin kısa bir süre önce belirttiği gibi, suçları, kendi halkına daha iyi muamele edilmesini istemekten ibaret olan aydınları zalim hapis cezaları veya daha kötüsü beklerken, “terörizm” ise PRC’de (başka yerlerde de olduğu gibi) radikal muhalefeti ortadan kaldırmak için kullanılan yeni bir bahanedir. Rejim, kısa bir süre önce, iktidarına karşı devam eden isyanı bastırma çabasıyla Uygurları Han etnik grubunun yaşadığı yerlere dağıtmaya başladı.[21]

Brown’un Kantonca konuşanların ayrılma olasılığına yaptığı atıf, doğrudan Tayvan’ın durumuyla ilgili olan ulusalcılık içindeki sömrügeciliğe ilişkin kafalarda çok daha derin soru işaretleri uyandırmaktadır. Guangdong’un PRC’den kopmasından bahsetmek abartılı görünebilir, ancak merkezi hükümetin Kantoncayı yasaklama ve caydırma çabalarına bakılırsa, bu olasılık, yönetimi biraz kaygılandıran bir olasılıktır. Güney Çin, kültürel olarak Kuzey’den farklıdır; bu durum, Güney’de konuşulan pek çok dilin Kuzey’in konuştuğu “Mandarinceden”  tamamen farklı olması gerçeğinde en belirgin şekilde görülebilir. Halkları ise Kuzey’den gelen Hua işgalcileriyle Güneyli yerlilerinin karışımıdır. Burası uzun yıllardır dış dünyaya açık bir yer olmuştur ve beş yüzyıl boyunca denizaşırı yerlere giden Çinlilerin büyük bir çoğunluğu buradan gitmiştir. Hong Kongluların çoğu, ortak bir dili ve gündelik kültürün temel özelliklerini paylaştıkları Guangdong halkındandır. İngiliz yönetimi altındaki Hong Kong, sadece 1925-27 yıllarındaki Hong Kong-Kanton genel grevi gibi nadir olaylar dışında Guangdong’un geri kalanından kopuktu. Guangdong ile Hong Kong arasındaki sınır, Ana Kara’da 1949-1978 yılları arasındaki devrimci komünizm döneminde bile geçirgendi. 1978’de “reform ve açılımın” başlamasından bu yana Guangdong ile Hong Kong’un ekonomileri birbiriyle yakından entegre edilmiştir ve PRC’nin kalkınmasına öncülük etmektedir. Güney, hâlâ ülkenin en güçlü ekonomik bölgesidir. Özel Ekonomik Bölgeler, Hong Kong’un ilericilikleriyle ünlenmiş ayna görüntüleri gibidirler. Kantonca konuşanların kendi yerel kimlikleri hakkındaki bilinçleri dikkate alındığında, Kantonca üzerinde Mandarincenin hegemonyasını kurmanın neden Pekin’deki merkezi hükümetin kaygılarından biri olması gerektiğini anlamak zor değildir. Dil üzerindeki kontrol sömürge yönetimlerinin olduğu kadar ulusalcılığın da yaygın özelliklerinden biridir.[22]

Guangdong, PRC’nin daha derin bir tarihsel anlamda sömürgeci bir oluşum olduğunun hatırlatıcısıdır. Güney Çin de, ilk olarak Güney Asya kökenli (5000 yıl geriye gidildiğinde ilk Avustronezyalılar olan Tayvan aborjinleriyle muhtemelen bağlantılıdırlar) [23] Yue halkının işgalinden, Yue’nun iki milenyum önce Kuzey’den gelen Hua (veya Huaxia) tarafından fethi ve ardından Hua yerleşimcilerinin birbirini izleyen sömürgelerine kadar çok sayıda sömürgenin ürünüdür. Güney, bu sömürgeciler tarafından dönüştürüldükçe, o da bunun karşılığında sömürgecileri dönüştürdü ve sonuçta yerel kültürel oluşumlar ortaya çıktı. Yerel farklılıklar en çok Güney’de görülebilmesine karşın, bunun dışında Çin’in dört bir yanında yerel kültürlerin ortaya çıkmasında ordu tarafından ele geçirmelerin ve göç sonucu oluşan yerleşimlerin rolü hayati niteliktedir. En az bunlar kadar önemli bir nokta da şudur: “Çin” olarak bilinen bölgenin tamamı Kuzey’den gelen göçebe toplulukların istilalarına ve bu toplulukların yoğurdukları kültürel dönüşümlere uğradı. “Çinli” teriminin kapsamına giren insanlar değiştiği gibi, coğrafi bir yer olarak “Çin” de zaman içinde değişti.[24] “Çinli” olarak tanımlananın yapısı değiştiği gibi, iktidardaki hanedanlıkların sınırlarındaki değişikliklerle beraber “Çin” olarak tanımlanan alan da değişkenlik gösterdi. Ming-Qing hanedanlığı dönemine kadar, “Çin’in”, üstünlük için birbiriyle rekabet eden farklı etnik kökenli rekabetçi devletlerce sık sık bölündüğünü anımsayabiliriz. Ayrıca “Çin”, en geniş sınırlarına iki “yabancı hanedanlık” olan Ying ve Qing (ki biraz tereddütle de olsa bunların “Çinli” oldukları iddia edilir) döneminde ulaştı.[25] PRC, bugün, imparatorluğun en geniş sınırlarına ulaştığı Qing hanedanlığının topraklarının “Çin” olduğunu iddia etmektedir. Güneydoğu ve Doğu Asya denizlerindeki bu iddialarına bakılırsa, PRC, ayrıca imparatorluğun haritalarında görünen tüm topraklar ve denizler üzerinde bu yerlerin o dönemki statülerine bakılmaksızın bir hak talep etmeye hazır görünmektedir.

Bunlar herkesin iyi bildiği gerçeklerdir, ancak “Çin” ve “Çinli” kategorilerinde somutlaştırılan sınırlandırma içerisinde önemi kaybolmuştur. Bu terimlerin ortaya attığı temel soru şudur: Eğer bölge farklı etnik kökenlerden halklar arasında iktidar ve kontrol için sürekli çatışmaların yaşandığı bir yer olduysa ve coğrafi kapsamı ve demografik yapısı bakımından zamanla değiştiyse – ki bu içerideki pek çok farklılık üzerinde de iz bırakmıştır – Çin (veya Zhongguo) veya Çinceden (veya Zhongguo ren veya Huaren) bahsetmek veya bölgenin tarihini “Çin” tarihi (Zhongguo lishi) olarak yazmak ne anlama gelmektedir? Bu terimler ve anlamlarındaki diller arası alış-veriş son yıllarda ciddi sayıda akademik araştırmanın konusu hâline gelmiştir.[26] Pers ve Sanskrit kaynaklarına dayandırılan, kökeni belirsiz bir sözcük olan “Çin” sözcüğü, 16. yüzyıldan itibaren muhtemelen Çin hakkındaki diğer pek çok şey gibi “Çin” adını da “uyduran” Cizvitlerin yaygın etkisinden dolayı, yabancılar arasında bölge için en yaygın kullanılan isim hâline gelmiştir. [27] Bu terim, yerine göre bölgeye (coğrafya), bu bölgeyi yöneten devlete (siyaset) ve bölgede yaşayan medeniyete (toplum ve kültür) atıfta yapar ki bu da gruplanmaları sırasında bölgenin konumsal, zamansal ve toplumsal karmaşıklığını (kompleks yapısını) ortadan kaldırır.[28] Benzer şekilde, isim olarak veya sıfat olarak “Çince/Çinli/Çine ait”, bölgenin sakinleri, politikaları, toplumu, dili, kültürü ve dini açısından demografik ve kültürel homojenliğin olduğunu ima etmektedir. Bazen bölgede yaşayanların veya bölgeden gelenlerin tümüne atıf yaparken, bazen de “Çinliler” ve “Tibetliler” sözcüklerinde olduğu belirli bir etnik gruba atıf yapar ki bu iki grup da teknik olarak “Çin” olarak adlandırılan tek bir ulusun parçasıdır ve dolayısıyla da politik anlamda “Çinli” olarak adlandırılır. Çoğu kullanımda, bu terim, açıkça, çoğunluğu oluşturan Han etnik grubuyla özdeşleştirilmektedir ve bu Han etnik grubu da kendi içindeki önemli yerel farklılıkları – ki bu farklılıkların tümü etnik farklılığa da işaret etmektedir- ortadan kaldırma sürecinde homojenleşmiştir.[29] Homojenleştirme terimi, kökenlerinin yerel farklılıkların çok önemli olduğu bölgede olması ve bu şekilde adlandırılan bir toplumda değişime uğramaya mahkûm olan fenotipik özellikleri dışında, hiçbir ortak noktaları olmayan topluluklara uygulandığında -“Denizaşırı Çinliler” teriminde olduğu gibi – kolayca ırk temelinde sınıflandırmaya kaymaktadır. [30] “Çin’in” devletle özdeşleştirilmesi de aynı derecede tehlikelidir ki bu, “Çin’in” her türlü şeyi yaptığını veya olduğunu ilan eden günlük gazete başlıklarında görünmekte ve “Çin’i”, onu meydana getiren toplumsal ve siyasal ilişkilerden soyutlaştırılmış bir özneye dönüştürerek ona insani nitelikler atfetmektedir.

“Çin” ve “Çinli/Çin’e ait” kavramlarının somutlaştırılması dolaylı olarak zamansal anlamlar da içerir. Bu fikirler etrafında kurulan “Çin” tarihi, bölgenin ortaya çıkışında etnik ve demografik karmaşıklığı (kompleksliği) kabul etmektedir, ancak “Çin” coğrafyasındaki tarihin “Çinlilerin” tarihiyle aynı şey olduğunu varsaymaktadır ki bu da retroaktif (geriye dönük) teleolojide Paleolitik kökenlere kadar uzanmaktadır. Diğerleri ise, geride hiçbir bir iz bırakmaksızın ortadan kaybolmak için hikâyede görünmektedirler. “Çinlileştirme” (Hanhua, tonghua) paradigması, “5000 yıllık” Çin uygarlığı ile ilgili evrimsel kurgular ve daha da kötüsü, Avrupa kökenli Amerikalılar için en tanıdık olanı Sarı İmparator olan, antik çağa ait mitolojik imparatorların soyundan gelen Han milletiyle açıkça özdeşleştirilen bir “Çin ulusu” teorisi için bir mazeret sunmaktadır.

“Çin” ve “Çinlilik” kavramlarının somutlaştırılmasının en önemli sonuçlarından biri, bunun bölgenin tanımlanması ve hâkim olan Han ulusunun öz-tanımlaması üzerindeki etkisidir. On ikinci yüzyıla kadar, bu terimlerin yerel dilde bir karşılığı yoktu. Bu bölge, birbiri ardında hüküm süren hanedanlıklarla tanımlandı ki bu da bölge halkının öz-tanımlamasını (ve aynı zamanda komşu halklarının bölge halkına ilişkin tanımlamasını) da belirledi. Mevcut hanedanlıklar-arası unvanlar, bölgede uygarlık sürecini şekillendirmiş etnik, siyasi ve kültürel miraslara atıf yapıyordu, ancak daha sonra onlara atfedilen ulusal bilinçle bu neredeyse anlaşılmaz hale geldi. Lydia Liu, “İngilizcedeki ‘Çin’ ve ‘Çinli’ sözcükleri ne şimdi ne de tarihin hiçbir döneminde hua, xia, han veya hatta zhongguo gibi bölgede kullanılan sözcüklerin çevirisi olmamıştır” gözleminde bulunmuştur.” [31]

“Çin” için günümüzde kullanılan Zhongguo veya Zhonghua isimlerinin 2000 yılı aşkın bir geçmişi vardır, ancak bu sözcükler de ne bugüne kadar tutarlı bir şekilde kullanılmışlar ne de daima aynı şeye atıf yapmışlardır. Kökenleri Zhou Hanedanlığının iktidarının son dönemlerine rastlayan bu sözcükler, Sarı Nehir havzasının merkezi platolarını işgal eden devletleri ifade etmek için kullanılıyordu. Peter Bol’a göre, “Orta dönemde (8-15. yüzyıl) Zhong guo hem ‘merkezi devletlere’ (Doğu Zhou Hanedanlığı döneminde merkezi ovadaki zhong guo) kadar uzanan kesintisiz bir tarihe sahip konumsal (mekânsal) bir iddiayı hem de bu yerin sakinlerinin sürdürmeleri gerekirken, sürdürmeyebilecekleri kesintisiz bir kültürün bulunduğu yönündeki kültürel bir iddiayı” ifade eden bir araçtı ve tercihen “Merkezi Ülke” olarak çevrilmeliydi.” [32]

Bu terim, günümüzde ulusun adını ifade etmek için kullanılan anlamını 19. yüzyılın sonlarında kazandı (1689 yılında Rusya ile imzalanan Nerchinsk Anlaşması’ndan itibaren uluslararası anlaşmalarda kullanılmaya başlandı). Bu terimin kullanımı, “’Çin’ teriminin diller arası bir anlam taşıdığını ve herkesi çok iyi tanımlayan ve sorunsuz bir Zhonguo/Çin hikâyesi olduğunu peşinen kabul ediyordu.” [33] Bol’un daha açıkça ve dolaysız ifade ettiği gibi,

…”Çin/Zhonguo” terimi, bu ülkenin antik çağlardan günümüze kadar kesintisiz bir tarihsel varlık olarak geldiğini ifade etmek için resmi olarak dayatılan bir terim haline gelmiştir.

….Zhongguo olarak transkribe edeceğim bu modern terim, Batılı bir terim olan “Çin” teriminin muadili olarak yeni şekillerde kullanıldı. Başka bir deyişle, “Çin” ve “Çinli” sözcüklerinin kullanımı, batı kaynaklıydı; ardından Batı’nın “Çinli” olarak tanımladığı insanların hükümeti, bu terimi, kendi ülkesini, dilini ve toplumunu tanımlamak için benimsedi. Bu durum, uluslararası ilişkilerde ülkenin eşitliğini kurma ve Batılı tarzda bir ulus-devlet, yani “Çinlilerin” sadık ve bağlı kalabilecekleri bir “Çin” yaratma bağlamında ortaya çıktı. [34]

Zhongguo teriminin “Batı” icadına dayanan bir kurgu olduğu fikri, bunu anakronik olarak bölgedeki insan yerleşiminin kökenlerine kadar uzatacak ve hem coğrafyanın hem de tarihin kendisine ait olduğunu iddia edecek pozitivist ulusalcı tarih yazımının iddialarıyla açıkça karşıtlık teşkil etmektedir. [35] Aslını söylemek gerekirse, Zhongguo (veya Zhonghua) teriminin ülkenin adı olarak kullanımı, sadece son emperyal hanedanlık olan Qing’i takip eden siyasi oluşumlarla sınırlandırılmalıdır. Bu terimin günümüzdeki anlamı terimin tarihsel öncüllerine de yüklenebilse bile, bu durum, bu anlamın geçmişte herkesin benimsediği veya siyasi veya ideolojik bir geleneğe dönüştürmek veya halkın siyasi bilincinin bir parçası haline getirmek üzere nesiller boyunca aktarıldığı anlamına gelmez. Shi Aidong’un yakın zamanda yürüttüğü bir çalışma; “Çin”, “Çinli/Çin’e ait” veya “Zhongguo” gibi terimlerin kullanımında diller ve kültürler arası ironilere ilişkin aydınlatıcı (ve eğlenceli) bir anlatım sunmaktadır. Yazar, Min’de bir hapisanede yatma ayrıcalığını yaşamış ve ardından yaşadıklarını Güney Çin hakkındaki etkileyici en erken anlatımlar olarak anılacak yazılarla ifade eden 16. yüzyılda yaşamış Portekizli asker-tüccar Galeoto Pereira’ya atıfla şunları yazmaktadır:

Pereira, Çinlilerin (Zhongguoren) Çinli (Zhongguoren) olduklarını bilmemelerini son derece tuhaf bulmuştu. Şöyle diyordu: “Biz bu ülkeye Çin ve yerleşik halkına da Çinli (Chins) (Zhongguoren) demeye alışkınız, fakat onlara neden Çinli olarak adlandırıldıkları sorulduğunda “Bizde bu isim yok, hiç olmadı da” şeklinde yanıt veriyorlar. Pereira’nın kafası karışmış ve tekrar sormuş: “Ülkenizin tamamına ne ad veriliyor? Başka bir ulustan birisi hangi ülkeden olduğunu sorduğunda ne cevap verirsin?”   Çinliler (Zhongguoren)  bunun son derece tuhaf bir soru olduğunu düşündü. Sonunda bir tanesi cevap verdi: “Daha önceleri çok sayıda krallık bulunuyordu. Şimdi ise tek bir yönetici var: Ancak her devlet kendi eski ulusal adını kullanır. Bu devletler, bugünün eyaletleridir (sheng). Devletin tamamına Büyük Ming (Da Ming), sakinlerine ise “Büyük Ming halkı (Da Ming ren) denir. [36] (vurgulamalar metnin orijinalinde var)

Neredeyse dört yüzyıl sonra, geç Qing hanedanlığı döneminin üst düzey yöneticileri, ülkenin adının “Büyük Qing Devleti” (DaQing Guo) olduğunu ifade ederek “Çin” veya “Zhongguo” terimlerinin kullanılmasına karşı çıktılar ve Liang Qichao ve Zhang Taiyan gibi modern Çin ulusalcılığının oluşumunda etkileyici bir rol oynamış entellektüeller bu adın bir ülkenin adı olarak kullanılmasının ortaya çıkardığı noksanları göstermek konusunda hiç vakit kaybetmediler. Yirminci yüzyılın ulusalcı ideolojisiyle geçmişin yeniden formüle edilmesi, belirsiz ve kesintili metinsel bir soydan bir gelenek icat edecekti. Liang Qichao gibi bazı kişilerin, ‘Çin’in’ dünya üzerinde geçmiş hakkındaki en kapsamlı ve hacimli kaynak derlemesine sahip olmasına rağmen, yirminci yüzyıla kadar Zhongguo lishi (“Çin” tarihine eşdeğer) diye bir yazın türünün olmamasını ve “Çinlilerde” ulus bilincinin olmamasını ulusal bir tarihin olmamasına bağlamaları dikkat çekicidir. Yeni bir türün ortaya çıkması, yeni bir Zhongguo düşüncesinin ve bu düşüncenin ilham verdiği bir tarih bilincinin ortaya çıktığını kanıtlamaktadır. Bu yeni tarih, geçmişin “çinlileştirilmesi” (guoqude Zhongguohua) konusunda hayati bir rol oynayacaktı ve başka bir ifadeyle, yeni ulus oluşumunu meşrulaştıracaktı.[37]

Sömürgecilik paradigması, ulus olmaya ilişkin ulusalcı anlatımlardaki “Çin/Zhongguo” sözcüğünün doğallaşmasını akamete uğratmak açısından azami önem taşımaktadır. Bu paradigma, ulus için toplumsal veya kültürel bir temelin varlığını kesinlikle reddetmektedir. Çin sömürgeciliğinin Tayvan’da bıraktıklarına atıfla belirtildiği gibi, sömürgecilik, muhalefet yaratmakla kalmaz, aynı zamanda uzun vadede toplumun kültürel kumaşının bir parçası haline gelen kültürel yakınlıklar da yaratır. “Çin” olarak bildiğimiz bölge, çok sayıda sömürgeciliğin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.[38] Bunlar arasında en önemlisi, bugün hem ulusu hem de onun kültürel karakterini şekillendiren ve tanımlayan Han/Hua sömürgeciliğidir. Fakat sömürgecilik aynı zamanda söz konusu ulusun kültürel kumaşında, kültürün homojenliğiyle çelişen yırtıklara/uyuşmazlıklara dair izler de bırakır. “Çin/Zhongguo” ulusunun oluşumu, zorla dâhil etmeye borçlu olduğu kadar yumuşak asimilasyona da borçludur. Melissa Brown’un, “Çin’in” ulus oluşturma sürecinde “Çinlileştime” politikası kadar “Çinlileştirmenin ortadan kaldırılması (de-sinizasyon)” politikasının da rol oynadığına ilişkin tespiti, “Çin’in/Zhongguo” yaratılmasına katılan çelişkili ve karşıt güçleri/faktörleri ortaya koymaktadır. Aynı zamanda, kültürel ve siyasi kimliğin tarihsel bir tesadüf olduğunu da vurgulamaktadır.[39] Leo Shin’in de önerdiği gibi, “Çin’in ‘Çinliliğini’ sorgusuz sualsiz kabul etmemek” ve “Çin nasıl Çinli oldu” diye sormak gerekir.” [40]

PRC ile Tayvan’ı güya birleştiren “Çinliliğin” anlamının, değişen siyasi ve özellikle ekonomik koşullarla değiştiği herkesçe bilinen bir sırdır. Hong Kong’un durumunda olduğu gibi, ekonomik elit, görünüşe göre, Ana Kara’nın sunduğu ekonomik fırsatlar ve imkânlar karşılığında PRC’nin isteklerine uyma konusunda en büyük ilgiyi gösteren kesimdir. Cumhurbaşkanı Ma Ying-jeou’nun altında görev yapan Guomindang hükümetinin Pekin yanlısı bir politika izlemesi, Çinli/Tayvanlı kimliklerine ilişkin devam eden uyuşmazlıkta Çin’in lehine başka bir kayma daha olduğunu gösterdi – bu durum en azından Ana Kara ile daha yakın ekonomik bağlar kurulmasına karşı 2014 İlkbaharında başlayan “Ayçiçeği Hareketi” olarak adlandırılan harekete ve daha yakında zamanda Hong Kong’daki demokrasi mücadelelerine kadar böyleydi; bu karşıt hareketler siyasi uzlaşı ve tavize yönelik adımların bir miktar da olsa yeniden gözden geçirilmesine yol açtı. Daha yakın ekonomik ilişkiler kurulması, Tayvan’ın her iki yakasında da ayrılmış olma hissini kaçınılmaz olarak ortadan kaldırmamıştır. Tayvan gençliğinin Ana Kara’daki kariyer olanaklarının peşinden gitmesi, Tayvanlı olarak kimliklerinin inkâr edilmesine karşı duydukları kırgınlığı veya nüfusun büyük bir bölümünde yer edinen Ana Kara ile ilgili şüpheleri yatıştırmamıştır. Yine benzer şekilde, Ana Kara’dan gelip Tayvan’da okuyan bazı öğrenciler, “Üniversite personelinin kendilerine” “‘Ana Kara’dan gelen Çinli öğrenciler’ (lusheng or nei-ti lai te p’eng-yu, sözcüğü sözcüğüne çeviriyle, “Ana Kara öğrencileri” veya “içeriden arkadaşlar”) yerine “Çinli öğrenciler” (Chung-kuo liu xuesheng, sözcüğü sözcüğüne çeviriyle “Çinli yabancı öğrenciler”) diye hitap etmesi üzerine Ulusal Chengchi Üniversitesi (NCCU) hakkında şikayette bulundular”, çünkü bu hitap şekli onların kendilerini tanımlamak için uygun gördükleri hitap şekli değildi.” [41]

Farklılıklar ve karşılıklı şüpheler yalnızca devletler arasındaki ilişkilerde değil, aynı zamanda halk bilincinde de görünür durumdadır. [42] Büyüklük, güç ve uluslararası prestij düşünüldüğünde, bu iki ülke arasındaki arzulanan ilişki konusundaki bölünme özellikle Tayvan için sorun yaratmaktadır. Duygusal, maddi veya coğrafi nedenlerle, PRC’nin cazibesi dünyanın geri kalanına olduğu gibi Tayvan’da yaşayan pek çok insana da karşı konulmaz görünmektedir. Ekonomik çıkarlar ve yumuşak oryantalizm, yabancıların PRC’nin içerideki baskıcı politikaları ve dışarıdaki saldırgan genişleme politikasıyla ilgili tüm şüphelerini bastırmaktadır. Tayvan’ın “Çinli” olduğuna dair yaygın varsayım düşünüldüğünde, bağımsızlık için yapılan çağrılar, Doğu Asya’daki zaten son derece istikrarsız olan statüko açısından doğuracağı istikrarsızlaştırıcı sonuçlar nedeniyle değilse bile, yanlış yönlendirilmiş realite inkarı olarak hemen reddedilmektedir.

Yine de, jeopolitik gerçeklerle tarihsel gerçeklerin birbirine karıştırılmasına karşı direnmek önemlidir. Çin’in ulusalcı perspektifine göre, ister Ana Kara’da ister Tayvan’da (veya Hong Kong’da) birleşme, sömürgecilikten miras kalan bölünme düşüncesine son verecektir. “Çinli” olmanın – veya “Çinli” olmamanın – farklı yollarının olduğuna inanan Tayvanlılar, Hong Konglular ve diğerleri için, bu durum, eşit derecede meşru bir şekilde bölgenin sömürge tarihindeki en son bölüm olarak görünmektedir. Bu perspektifte, sömürgecilik, ulus içindeki bir sorun olduğu kadar uluslar arasındaki ilişkilerde de karşımıza çıkan bir sorundur.

Bu ulusalcılık ve sömürgecilik kavramları arasındaki çatışma, “Çin’e” veya Doğu Asya’ya özgü değildir, aksine, ulus-devletlerden oluşan küresel sistemin küreselleşmeyle birlikte açığa çıkmak zorunda bırakılan gerilimlerini göstermektedir. Her durumda bu sonuç, jeopolitik güçlerin işbirliğine bağlıdır.  Geçmişin yüklerinden kurtulmak, ulusların, güncel gerçeklere ve halkın demokratik isteklerine göre söz konusu güçlerden özgürce kurtulma kabiliyeti açısından hayati önemdedir. Tarihin ulustan kurtarılması gerekiyor şüphesiz. Ulusların, bir ayna olması gerekirken çok kolay bir şekilde kimliklerin hapishanesine dönüşen, kendi yapımları olan tarihlerden kurtarılması gerektiğinin fark edilmesi açısından bu gerçek, daha önemli olmasa bile, en azından eşit derecede önemlidir. Ulus inşasında sömürgeye ait olanın tanınması, bu amaca ulaşmada atılacak ilk kaçınılmaz adımdır.

* Taslağı okuyup yorum yaptıkları için arkadaşlarım Erica Brindley, Ji-Hyung Cho, Ya-chung Chuang, Leo Douw, Harry Harootunian, John Lagerway, Russell Leong, Victor Mair, Roxann Prazniak ve Wang Mingming’e minnettarım. Sadece kibar cesaretlendirmeleri bile, nihai ürünü ortaya çıkarmak için son derece önemliydi!

 

İngilizceden Çeviren: Remziye Alparslan
[1] David C. Schak, “The Development of Civility in Taiwan,” Pacific Affairs, 82.3 (2009 yılının Sonbaharı): 447-465
[2] Benzer görüşler Japon Sömürgeciliğine atıfla Liao Ping-hui ve David Der-wei Wang’in, Taiwan Under Japanese Colonial Rule, 1895-1945: History, Culture, Memory(New York: Columbia University Press, 2006) kitabında da dile getirilmektedir. Özellikle, Liao Ping-hui’nin, “Taiwan Under Japanese Colonial Rule, 1895-1940: History, Culture, Memory,” safya 1-15 kitabına bakınız.
[3] Huang Ying-che, “Were Taiwanese Being `Enslaved’? The Entanglement of Sinicization, Japanization, and Westernization,” in Liao and Wang, Taiwan Under Japanese Colonial Rule,Sayfa 312-326
[4] Hong’un tasvirlerindeki karmaşıklıklara dair bir tartışma için, bakınız: Ho-fung Hung, “Three Views of Local Consciousness in Hong Kong,” The Asia-Pacific Journal, Cilt 12, Sayı 43,  No.1 (3 Kasım 2014), http://japanfocus.org/-Ho_fung-Hung/4207 (başvuru amaçlı kullanıldı, 10 Kasım 2014)
[5] Teorik bilgilerle desteklenmiş bir tartışma  için, bakınız: Ruth Y.Y. Hung, “What Melts in the `Melting Pot’ of Hong Kong?,” Asiatic, Cilt 8, Sayı 2 (Aralık 2014): 57-87
[6] “Hong Kong is not China: Artist’s illustrations go viral,” Shanghailist, 7/2/2015, http:// shanghaiist.com/2015/07/01/hong-kong-not-china-illustrations.php
[7] Buna ilişkin bir tartışma için bakınız: Lois Weiner, “Liu Xiaobo and the Nobel Peace Prize—Debate within China,” New Politics, 12 Aralık 2010, http://newpol.org/content/liu-xiaobo-and-nobel-peace-prize-debate-within-china (Başvuru amaçlı kullanıldı, 2 Kasım 2014)
[8] Patrick Wolfe, “Settler Colonialism and the elimination of the native,” Journal of Genocide Research, 8(4), 2006: 387-409. Burada ele alınan konulara ilişkin daha ayrıntılı bir tartışma için, bakınız: Arif Dirlik,   “Kuresel Modernlik ve Somurge”(Global Modernity and the Colonial), Dipnot, #10 (Eylül, 2012, Yayın tarihi: 2013), sayfa 5-24 (Talep edildiği takdirde İngilizce metni mevcuttur)
[9] En önemlisi, Eugen Weber, Peasants into Frenchmen: The Modernization of Rural France, 1870-1914 (Stanford, CA: Stanford University Press, 1976). Ayrıca, bakınız: Catherine Hall, Civilising Subjects: Metropole and Colony in the English Imagination, 1830-1867 (Şikago: The University of Chicago Press, 2002); Susan Thorne, Congregational Missions and the Making of Imperial Culture in Nineteenth-Century England (Stanford, CA: Stanford University Press, 1999); ve Paul Rabinow, French Modern: Norms and Forms of the Social Environment (Şikago: The University of Chicago Press, 1989
[10] Önemli örnekler: Dru Gladney, Muslim Chinese: Ethnic Nationalism in the People’s Republic (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1991);  Stevan Harrell(ed), Cultural Encounters on China’s Ethnic Frontiers (Settle, WA: University of Washington Press, 1994); Laura Hostetler, Qing Colonial Enterprise: Ethnography and Cartography in Early Modern China (Şikago: University of Chicago Press, 2001); James A. Millward, Beyond the Pass: Economy, Ethnicity, and Empire in Qing Central Asia, 1759-1864(Stanford, CA: Stanford University Press, 1998); Peter C. Perdue, China Marches West: The Qing Conquest of Central Eurasia (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2005); Leo K. Shin, The Making of the Chinese State: Ethnicity and Expansion on the Ming Borderlands (New York: Cambridge University Press, 2006); Emma Jinhua Teng, Taiwan’s Imagined Geography: Chinese Colonial Travel Writing and Pictures, 1683-1895; Edward Vickers, “Original Sin on the Island Paradise? Qing Taiwan’s Colonial History in Comparative Perspective,” Taiwan in Comparative Perspective, Cilt 2 (Aralık 2008): 65-86; ve Hsiao-pei Yen, “Constructing the Chinese: Paleoanthropology and Anthropology in the Chinese Frontier, 1920-1950,” Doktora (Ph.D.) tezi, Tarih Bölümü, Harvard Üniversitesi (2012).
[11] Giovanni Arrighi, The Long Twentieth Century: Money, Power and the Origins of Our Times (London: Verso, 1994); Robert Brenner, Merchants and Revolution: Commercial Change, Political Conflict, and London’s Overseas Traders, 1550-1653 (Londra: Verso, 2003); Fredy Perlman, “The Continuing Appeal of Nationalism”(1984), http://theanarchistlibrary.org/library/ fredy-perlman-the-continuing-appeal-of-nationalism. Ayrıca, toprakla ilgili olarak “ölü sermaye” terimini icat eden Hernando de Soto ile yapılan söyleşiye bakınız: “This Land is Your Land: A Conversation with Hernando de Soto,” Dünya Siyaset Enstitüsü, 2011, http:// www. worldpolicy.org/journal/summer2011/this-land-is-your-land. De Soto söyleşide, görüşlerinin PRC yetkilileri arasında coşkuyla karşılandığından bahsetmektedir. “Ölüyü” canlı sermayeye çevirme konusunda oldukça başarılı oldular ve bunun için kendilerine karşı yaygın hayranlık duyulmaktadır. Şu anda onlardan beklenen toprağın pazarlanmasıdır ki böylece küresel sermaye de bu yağmaya katılabilsin. Bakınız: Zhu Keliang ve Jeffrey M. Riedinger, “Rural China’s Nascent Land Market,” China Business Review, 1 Eylül 2009, http://www.chinabusinessreview.com/rural-chinas-nascent-land-market/(viewed, 1 Aralık 2014)
[12] Stevan Harrell, “Civilizing Projects and the Reaction to Them,” Harrell(ed), Cultural Encounters on China’s Ethnic Frontiers, Sayfa 3-36
[13] Singapur’la ilgili son zamanlarda yapılmış bir tartışma için, bakınız: Nur Diyanah Anwar, “Immigration and Singaporean Identity: The Ethnicity Conundrum,” RSIS Commentary, #211(27 Ekim 2014), http://www.eurasiareview.com/27102014-immigration-singaporean-identity-ethnicity-conundrum-analysis/ (Başvuru için kullanıldı, 2 Kasım 2014)
[14] Bu satırların  yanında bir analiz için, bakınız: Vickers, “Original Sin on the Island Paradise? Qing Taiwan’s Colonial History in Comparative Perspective.” Teng, Taiwan’s Imagined Geography. Bu kaynak da Qing tarihine uygulama bakımından “sömürgecilik” ve “emperyalizm” (sayfa 7-15) konuları hakkında kısa, ancak yararlı bir değerlendirme sunmaktadır (Sayfa 7-15). Yu Sheng Kuan, Colonialism and Cultural Resistance: Chih-min chu-i/wen-hua k’ang-cheng: Taiwan Decolonizing Literature Under Japanese Occupation (Taipei: Socio Publishing Company, 2012), Tayvan edebiyatını şekillendirmede sömürgecilik ve direncin rolü ile ilgili (Çince) kapsamlı bir çalışma sunmaktadır.
[15] Leo T.S. Ching, Becoming Japanese: Colonial Taiwan and the Politics of Identity Formation (Berkeley, CA: University of California Press, 2001), Sayfa 7-8
[16] Birbirini izleyen sömürgeleştirmelere ve bunların etkilerine ilişkin kısa bir tartışma için, bakınız: Fujii Shozo, “The Formation of Taiwanese Identity and the Cultural Policy of Various Outside Regimes,” Liao ve Wang’da, Taiwan Under Japanese Colonial Rule, sayfa 62-77
[17] Tom Gold, “Occupy Central/Sunflower: Popular Resistance in Greater China,” Yabancı Politika Enstitüsü, Eurasia Review dergisi, 30 Ekim 2014, http://www. eurasiareview. com/30102014-occupy-centralsunflower-popular-resistance-greater-china-analysis/?utm_source =feedburner (Başvuru amaçlı kullanıldı, 1 Kasım 2014). Tayvan ile ilgili birbiriyle çekişen istemlerin tarihi Ralph C. Croizier, Koxinga and Chinese Nationalism:History, Myth, and the Hero (Cambridge, MA: Harvard East Asia Monographs, 1977) yayınında incelenmektedir. Ayrıca, Tayvan’ın “perspektiflerinden” tarihe anlatımı için, bakınız: Chuang Wan-shou, Chung-kuo min-tsu chu-i  yu wen-hua  pa-ch’uan: Ru-chiao chi ch’I tian-chi chih chieh-kou(Chinese Nationalism and Cultural Hegemony: Deconstruction of Confucianism and Its Texts)(Taipei: Yun-chen cultural Publishers, 2011) ve Tu Cheng-sheng, Hsin shih-hsueh chih lu(The Way to A New History)(Taipei: Sanmin Books, 2014). Chuang (Önsözü Tayvan’ın bağımsızlık lideri P’eng Ming-min tarafından yazılmıştır), despotluğun ve hegemonyanın bir ifadesi ve aracı olan Çin ulusalcılığını ve Konfiçyüsçülüğü de İmparatorluğun kurbanlarına uygulanan katliama göz yuman ve onaylayan bir “katliam felsefesi” (chu-sha che-hsueh) olarak kınamaktadır. Tu, yerel ile başlayıp dünyayı içine alacak şekilde genişletilen “yakınlık dairelerine” (tongxin yuan) dayanan bir tarihi savunmaktadır. (Sayfa 67)
[18] Melissa J. Brown, Is Taiwan Chinese? The Impact of Culture, Power, and Migration on Changing Identities (Berkeley, CA: University of California Press, 2004)
[19] Ibid., sayfa 2-3. “Çinlileştirme” ideolojisine ilişkin aydınlatıcı bir tartışma için, bakınız: Sayfa 22-34. Tayvan’ın bağımsızlığını savunan Eski Cumhurbaşkanı Lee Teng-hui “yedi Çin’den” bahsetmişti. Ayrıca, Hsieh Hua-yuan, Tai Pao-ts’un and Chou Mei-li tarafından hazırlanan ve  Çin/Chung-kuo ve Çinli/Çin’e ait (Chung-kuo jen) fikirlerini yapı sökümüne uğratmak ve ayrı bir Tayvanlı kimliğini savunan Taiwan pu shih Chung-kuo te: Taiwan kuo-min te li-shih(Taiwan is not China’s: A history of Taiwanese citizens)(Taipei: Ts’ai-t’uan fa-jen ch’un-ts’e hui, 2005) kitabının da sponsorluğunu üstlenmişti. Çin’in ve Çinli/Çin’e ait terimlerinin yapı sökümü için, bakınız: Bölüm 1, sayfa 13-37. Ayrıca, bakınız: Arif Dirlik, “Timespace, Social Space, and the Question of Chinese Culture,” Arif Dirlik, Culture and History in Postrevolutionary China: The Perspective of Global Modernity(Hong Kong: Chinese University of Hong Kong Press, 2011), sayfa 157-196
[20] Bu soruna ilişkin tartışmalar için, bakınız: Joseph W. Esherick, Hasan Kayali, and Eric Van Young (ed), Empire to Nation: Historical Perspectives on the Making of the Modern World (Lanham, MD: Rowman & Littlefield Publishers, 2006). Son zamanlarda, geçmişin emperyal devletlerine yönelik artan nostalji ulus-devlet altında etnik çeşitliliğin sınırlandırılmasının büyük bölümünü oluşturmaktadır ki ulus-devlet sonuncusunun kötü görünmesine neden olmaktadır.
[21] Edward Wong, “To Quell Unrest, Beijing Moves to Scatter Uighurs Across China,” The New York Times(6 kasım 2014), http://www.nytimes.com/2014/11/07/world/asia/labor-program-in-china-moves-to-scatter-uighurs-across-han-territory.html (başvuru amaçlı kullanıldı, 12 Kasım 2014). Zulüm ve işkence, İlham Tohti ile ilişkili Central Nationalities University öğrencilerine de kadar uzanmıştır. Bakınız: Andrew Jacobs, “Persecution of Uighur Students Underscrores Perils of Chinese Clampdown,” The Ne York Times, 23 Kasım 2014, http://www.nytimes.com/ 2014/ 11/24/world/asia/prosecution-of-uighur-students-underscores-perils-of-chinese-clampdown. html?_r=0  (Başvuru amaçlı kullanıldı, 23 Kasım 2014). Azınlık milletlerinin bölgelerindeki güncel koşulları belgeleyen, kısa bir süre önce hazırlanan iki dikkate değer çalışma: David Eimer, The Emperor Far Away: Travels at the Edge of China(New York: Bloomsbury Books, 2014) ve Michael Buckley, Meltdown in Tibet: China’s Reckless Destruction of Ecosystems from the Highlands of Tibet to the Deltas of Asia (Basingstoke, UK: Palgrave Macmillan, 2014).  Parti ayrıca kendi içindeki Tibetli üyelere de güvenmemektedir. Bakınız: “China warns Tibet party members not to harbor separatist `fantasies’ about Dalai Lama (Çin, Tibetli parti üyelerini Dalai Lama ile ilgili ayrılıkçı ‘hayaller’ beslememeleri konusunda uyardı),” Reuters (5 Kasım Çarşamba 2014), http://www.reuters.com/article/2014/11/ 05/us-china-tibet-idUSKBN0IP0BA 20141105(Başvuru amaçlı kullanıldı, 12 Kasım 2014).
[22] Michael Churchman, “Confucius Institutes and Controlling Chinese Languages,” China Heritage Quarterly, No. 26(2011), http://www.chinaheritagequarterly.org/articles.php? searchterm=026_confucius.inc&issue=026. Ayrıca, yakın tarihli bir rapor olan Dexter Roberts, “400 Million Chinese Can’t Speak Mandarin and Beijing is Worried,” Bloomberg Businessweek, 23 Eylül 2014, http://www.businessweek. com/articles/2014-09-23/say-that-in-mandarin-please raporuna bakınız (Başvuru amaçlı kullanıldı, 23 Aralık 2014).
[23] Kwang-chih Chang ve Ward H. Goodenough, “Archaeology of Southeastern Coastal China and Its Bearing on the Autroneasian Homeland,” Ward Hunt Goodenough(ed), Prehistoric Settlement of the Pacific, Cilt 86. 5. Kısım (Filedelfiya, PA: American Philosophical Society, 1996),  Paragraf 36-54, sayfa 43. Ayrıca, bakınız: University of Auckland, “Pacific people spread out from Taiwan, language evolution, study shows,” Science Daily, 27 Ocak 2009, http://www. sciencedaily.com/releases/2009/01/090122141146.htm (Başvuru amaçlı kullanıldı, 30 Aralık 2014)
[24] Diğerlerinin yanı sıra Wolfram Eberhard, Owen Lattimore, Karl Wittfogel, Edward Schafer, Peter Boodberg, Morris Rossabi ve Laurence Schneider gibi akademisyenler tarafından önerilen daha karmaşık olan “Çin” kavramı (nosyonu) bağlamında anımsayabiliriz.
[25] Moğol Yuan Hanedanlığı’nın Ming döneminden beri bildiğimiz ”Xhongguo” teriminin oluşumunda oynadığı rol için, bakınız: John W. Dardess, “Did the Mongols Matter? Territory, Power, and the Intelligentsiain China from the Northern Song to the Early Ming,” Paul Jakov Smith ve Richard von Glahn(ed), The Song-Yuan-Ming Transition in Chinese History(Cambridge, MA: Harvard University Press, 2003), sayfa 111-134, özellikle sayfa 112-122, `Political Geography: What was “China.”’  Qing ile ilgili daha fazla bilgi için aşağıya bakınız.
[26] Yakın zaman önceki bazı örnekler: Lydia H. Liu, The Clash of Empires: The Invention of China in Modern World Making (Cambrdge, MA: Harvard University Press, 2004); Wang Gungwu, China and the Chinese Overseas(Singapore: Academic Press, 1992); Shin, The Making of the Chinese State: Ethnicity and Expansion on the Ming Borderlands; Zhao Gang, “Reinventing China: Imperial Ideology and the Rise of Modern Chinese National Identity in the Early Twentieth Century,” Modern China 32.1(Ocak 2006): 3-30; Joseph W. Esherick, “How the Qing Became China, in Esherick, Kayali and Van Young, From Empire to Nation, op.cit., sayfa 229-259; Dirlik, “Timespace, Social Space and the Question of Chinese Culture,” Dirlik, Culture and History in Postrevolutionary China, op. cit., sayfa 157-196; Dirlik, “Literary Identity/Cultural Identity: Being Chinese in the Contemporary World,” Modern Chinese Literature and Culture(MCLC Resource Center Publication, 2013) ; Peter K. Bol, “Middle-period discourse on the Zhong guo: The central country,” Hanxue yanjiu (2009), http://nrs. harvard.edu/urn-3:HUL.InstRepos: 3629313;  Hsieh, Tai and Chou, Taiwan pu shih Chung-kuo te, op.cit.; Shi Aidong, Zhongguo longde faming: : shijide long zhengzhi yu Zhongguo xingxiang (The Invention of the Chinese Dragon: Dragon Politics during the 16-20th centuries and the Image of China)(Beijing: Joint Publishing Company, 2014); Ge Zhaozhuang, Zhai zi Zhong guo: zhongjian youguan `Zhong guo’de lishi lunshu (Dwelling in this Zhong guo: Re-narrating the History of `Zhong guo’)(Beijing: Zhonghua Publishers, 2011); Ge Zhaozhuang, He wei Zhongguo: jiangyu, minzu, wenhua yu lishi(What is Zhongguo: Frontiers, Nationalities, Culture and History)(Hong Kong: Oxford University Press, 2014); Ren Jifang, “`HuaXia’ kaoyuan” (On the Origins of “HuaXia,” in Chuantong wenhua yu xiandaihua(Traditional Culture and Modernization), #4(1998). Bu konuda önemli bir eski çalışma için, bakınız: Wang Ermin, “`Chung-kuo ming-cheng su-yuan chi ch’I chin-tai ch’uan-shih”(The Origins of the name “Chung-kuo” and Its Modern Interpretations), in Wang Ermin, Chung-kuo chin-tai si-hsiang shih lun((Essays on Modern Chinese Thought)(Taipei: Hushi Publishers, 1982), sayfa 441-480. BU çalışmaların tümünün kaynakçaları çok daha geniş bir dizi çalışmaya atıf yapmaktadır.  Prasenjit Duara, Rescuing History from the Nation: Questioning Narratives of Modern China (Chicago: The University of Chicago Press, 1997) çalışmasında yirminci yüzyıla atıfla tarih yazımında ulusalcılığa ilişkin uzun bir eleştiri sunmaktadır. Dikkatimi bu çalışmaya çektiği için Leo Douw’a Ge(2014)’de çektiği ve çalışmayı en kısa sürede elde etmeme yardımcı olduğu için Stephen Chu’ya minnettarım.
[27] Lionel Jensen’ın, Manufacturing Confucianism: Chinese Traditions and Universal Civilization(Durham, NC: Duke University Press, 1998) çalışmasında ortaya attığı, “Cizvitliler Konfüçyizmi “Çin’in” özü olarak “ürettiler” ki bu “Çin” de aynı şekilde onların eseriydi” yönündeki önemli tezine atıfta bulunuyorum.
[28] Güney ve Doğu “Çin” denizleri konusundaki devam eden çatışmalar ışığında, imparatorluk coğrafyasında sadece “Güney” ve “Doğu” (Nanyang and Dongyang) okyanusları olarak bilinen bu denizlere Avrupalılar tarafından “Çin” etiketinin verilmesi dikkate değerdir. Bu adlandırmanın, PRC’nin (ve daha öncesinde Guomindang’ın) denizlerle ilgili sahiplenme iddialarına ne derecede katkıda bulunduğunu söylemek zordur, ancak dışarıdan bakan birine kaçınılmaz olarak bu izlenimi vermektedir.
[29] Minzu terimi, “uyruğa” etnisiteyi dâhil etmektedir. Bu perspektiften bakınca, Han-içi bir etnisite olamaz.
[30] Han nüfusunun (“Çin” bir yana) ırkçı homojenizasyonu, genetik çeşitlilik (varyasyon) çalışmalarıyla çelişmektedir. Hâlâ bu çalışmalarla ilgili bir belirsizlik bulunmaktadır, ancak ilginç bir şekilde bölgesel ve dilsel farklılığın mevcut olduğu belirlenen bu nüfusun heterojenliği konusunda belirsizlik yoktur: “İlginçtir ki, bu çalışmada Han Çinlileri arasındaki genetik farkın Çin’in coğrafi haritasıyla bağlantılı olduğu belirlendi. Karşılaştırmalar yapıldığında, bir bireyin genomunun aynı eyaletteki diğer kişilerinkiyle kümelenme eğilimi gösterdi ve hatta bir eyalette, Guangdong, genetik farklılığın dil lehçe grubuyla korelasyon içinde olduğu belirlendi. Bu iki bulgu, ülkede yerel ortak soyun devam ettiğini düşündürmektedir. Daha büyük resme bakıldığında, GIS bilim insanları, doğudan batıya kadar uçtan uca Çin’e bakıldığında, önemli ve anlamlı bir genetik farklılığın olmadığını fark ettiler, ancak, güneyden kuzeye doğru değişen bir genetik örüntü gradyanı tanımladılar ki örüntü de Han Çinlilerinin tarihsel göç örüntüsüyle tutarlıdır. Bu çalışmadan elde edilen bulgular, Singapur’da yaşayan kişilerin genellikle Güney Çin’deki insanlara daha yakın olduğunu, buna karşın, Japonya’da yaşayanların Kuzey Çin’le daha yakından ilişkili olduğunu gösterdi. Beklendiği gibi, Pekin ve Şangay’daki bireyler geniş bir ‘kuzey-güney’ genetik örüntüsü aralığına sahipti ve bu bilgi, kırsal bölgelerden şehirlere doğru iş bulmak için göç etme olgusunu yansıtmaktadır. “ Dr. Will Fletcher, “Han Çinlilerinin genetik farklılığını (varyasyonunu) haritalamaya yönelik binlerce genom sekansı,” Bionews, 596 (30 Kasım 2009),http://www.bionews.org.uk/ page_51682.asp (Başvuru amaçlı kullanıldı, 5 Aralık 2014)
[31] Liu, The Clash of Empires, sayfa 80. Endymion Wilkinson “Bugün ‘Çin’ dediğimiz bölgeye” atıfta bulunmanın bir düzine yolu olduğu söylüyor.’” Bakınız: Wilkinson, Chinese History: A Manual, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş baskı (Cambridge, MA: Harvard University Asia Center, 2000), sayfa 132
[32] Bol, “Middle-Period Discourse on the Zhong Guo,” sayfa 2. Ge Zhaoguang ve Zhao Gang, ayrıca, Zhong Guo’nun bu daha geniş kullanımına ilişkin kanıtlar da buldu. Ge, Zhongguo’nun, on yedinci yüzyılda sadece Zhongguo’da (Qing hanedanlığı yönetiminde) değil, aynı zamanda komşu Japonya ve Kore’de de ortaya çıkan “ulus olma” (ziguo, sözcüğün tam anlamıyla öz-devlet) bilincine yakın boyutla, geç Zhou döneminden günümüze kadar var olduğu konusunda özellikle ısrar etmektedir. Sonuç, Gökyüzü-Altında (tianxia) bilincinden devletler arası sisteme (guoji zhixu) benzeyen bir oluşuma doğru kaymaydı. Ge, He wei Zhongguo?, sayfa 9. Ge’nin argümanı, sonuç olarak, “Batı” kategorilerini tanımlayan Zhongguo istisnacılığıyla sürdürülmektedir. Song Hanedanlığı’nın en geç dönemlerinde “bu Zhongguo, ‘geleneksel emperyal devletin’ özelliklerini taşıyordu, fakat ‘modern ulus-devlet’ fikrine de yaklaştı.”(sayfa 205)
[33] Liu, The Clash of Empires, sayfa 77
[34] Bol, “Middle-Period Discourse on the Zhong Guo,” sayfa 4. Ayrıca, bakınız: Hsieh, Tai ve Chou, Taiwan pu shih Chung-kuo te, op.cit., sayfa 31Bu kelime dağarcığı temelinde “Çinlilerin” ünlü “çin-merkezciliği”, yerli söylemlerde içselleştirilen ”Avrupa-merkezciliğinin” ayna görüntüsü olduğunu ekleyebilirm, diyor.
[35] (Ruslar da dahil) Avrupalı Oryantalist bilim, Türkiye gibi diğer devletlerde ulusal tarihsel kimlik formülasyonu açısından önemli kaynaklar sundu. Bu konuda, Hindistan’a atıfla,  etkileyici bir teorik tartışma için, bakınız: Partha Chatterjee, Nationalist Thought and the Colonial World: A Derivative Discourse? (Minneapolis, MN: University of Minnesota Press, 1986). “Çin” kavramının ortaya çıkışı bakımından küresel siyasetin önemiyle ilgili olarak, Birleşik Devletler ve PRC tarafından yayımlanan Şangay Tebliği’ni (1972) anımsayabiliriz. Bu Tebliğ, “gerçek Çin’i” Tayvan üzerindeki Çin Cumhuriyeti’nden bir gecede PRC’ye döndürdü.
[36] Shi, Zhongguo longde faming, sayfa 8-9. Pereira’daki orijinal atıf için, bakınız: “The Report of Galeote Pereira,” South China in the Sixteenth Century: Being the narratives of Galeote Pereira, Fr. Gaspar de Cruz, O.P., Fr. Martin de Rada, O.E.S.A., C.R. Boxer tarafından düzeltildi (London: The Hakluyt Society, Second series, #106, 1953), sayfa 3-43, sayfa 28-29. Da Ming ve  Da Ming ren Tamen ve Tamenjins gibi metinlerde görünmektedir. Şaşırtıcı bir şekilde, aynı ciltte Rada tarafından yazılan anlatım “Bu adaların yerlileri [Filipinler] Çin’e ‘Sangley’ diyorlar ve Çinli tüccarların kendileri ona ‘Tunsua’ diyorlar, ancak bu günlerdeki uygun adı Taibin’dir.” (sayfa 260). Editörün notuna göre, Tunsua ve Taibin, Amoy’dan (Xiamen) Tiong-hoa ve Taibin’den sırasıyla Zhong hua ve Da Ming’dir. Shi, “Çin ejderhasının icadının” “Çin’in icadı” varsayımını temel aldığını kabul etti ve bu, aynı zamanda Katalan bir akademisyenin, Olle Manel, çalışmasının da başlığıdır: La Invencion de China:Perceciones et estrategias filipinas respecto China durante el siglo XVI (The Invention of China: Phillipine China Perceptions and Strategies during the 16thCentury) (Wiesbaden: Otto Harrassowitz Publishers, 2000). Jonathan Spence, Avrupa’nın Çin’e ilişkin imgelerine kalıcı temalar getirdiği konusunda Pereira’ya hakkını teslim eder. Spence, The Chan’s Great Continent: China in Western Minds(New York: W.W. Norton & Company, 1998), sayfa 20-24  
[37] Daha ayrıntılı bir tartışma için, bakınız: Dirlik, “Timespace, Social Space and the Question of Chinese Culture,” sayfa 173-180. Shi Aidong’un “Çin ejderhasının icadı” hakkındaki çalışması, Batılılar tarafından Çin’in sembollerinden biri haline getirilen ejderhanın, “Çin” uygarlığının kökenlerine kadar uzanan, Çin’in öz-imajına nasıl uydurulduğunu eğlenceli bir görselle sunmaktadır. Bu ejderha figürünün geçmişte yok değildi, fakat özel olarak saklanan bir sembol veya imparator (ve bu statüyü isteyenler) ulusun sembolüne dönüştürülmüştür.
[38] C.P. Fitzgerald, The Southern Expansion of the Chinese People: “southern Fields and Southern Ocean(Canberra: Australian National University Press, 1972) ve Harold J. Wiens, China’s March Toward the Tropics(Hamden, CT: Shoestring Press, 1954)
[39] Brown, Is Taiwan Chinese?, sayfa 28-33. Hatırlamakla ilgili olduğu kadar unutmakla da ilgili olan, Brown’un “açığa çıkarma anlatımları” dediği şeyi uygulamak için tarih hayati önemdedir. “Çin’i hor gören” akademisyenlere veya onların resmi anlatımlardan sapmalarına ilişkin yakın tarihli bir rapor için, bakınız: “China professors spied on, warned to fall in line,” CBS News, 21 Kasım 2014, http://www.cbsnews.com/news/china-communist-newspaper-shames-professors-for-being-scornful-of-china/# (Başvuru amaçlı kullanıldı, 22 Kasım 2014). Genellikle, tehlikeli “Batı” etkisine suçu atılan bu tür saldırılar, uygulamaya çalıştıkları “Zhongguo” fikrinin “Batı” kökenli olduğunun az bilinmesi çabasına ihanet etmektedir.
[40] Shin, The Making of the Chinese State, p. xiii. Yukarıdaki tartışmanın gösterdiği gibi, “Çin”in” nasıl “Çin” olduğu da aynı derecede sorundur.
[41] J. Michael Cole, “Xi Jinping Turns the Screws on Taiwan,” The Diplomat, 29 Ekim 2014, http://thediplomat.com/2014/10/xi-jinping-turns-the-screws-on-taiwan/ (Başvuru amaçlı kullanıldı, 2 Kasım 2014). Başka bir rapora göre, Ana Kara’dan gelen öğrenciler, Ana Kara öğrencileri (lu-sheng) veya “içeriden arkadaşlar” (nei-ti laite p’eng-you) yerine, Chung-kuo ve “yabancı öğrenciler” (liu hsueh-sheng) olarak tanımlanmaya itiraz ettiler.  Bakınız: “Ch’eng `Chung-kuo liu hsue-sheng’ Cheng-ta Tai-sheng pei pi-chung chih/Hsu Shih-yung gung-k’ai ch’ian-tse”(Taiwanese student at Political Science University given the finger for saying `Chinese foreign student’/Hsu Shi-yung publicly reprimands), Tzu-yu shih-pao(Liberty Times Net), 3 Kasım 2014, http://news.ltn. com.tw /news/life/paper/819099 (Başvuru amaçlı kullanıldı, 3 Kasım 2014). Tayvanlıların Ana Kara’ya ilişkin çelişkili ve zıt tavırları konusunda, bakınız: Cindy Sui, “Why  China is land of opportunity for young Taiwanese,”  BBC News, Taipei, 26 Haziran 2014, http://www.bbc. com/ news/world-asia-27864814 (Başvuru amaçlı kullanıldı, 2 Kasım 2014)
[42] Satoshi Ukai, “Controversy swirls in Taiwan on labeling Japanese colonial rule,” Asahi Shimbun, 14 Eylül 2013, http://ajw.asahi.com/article/asia/china/AJ201309140012 (Başvuru amaçlı kullanıldı, 2 Kasım 2014). Sömürgeciliğin Tayvan’ın kültürel kimliğinin oluşumunda oynadığı rol hakkında etkili bir açıklama için, bakınız: Taipei’nin yeni belediye başkanı, Ko Wen-je ile yapılan söyleşi, Grace Tsoi, “Taipei’s Fiery New Mayor Knows Whose Culture is Best,” Foreign Policy, 29 Ocak 2015, https://foreignpolicy.com/2015/01/29/taipeis-fiery-new-mayor-knows-whose-culture-is-best/, (Başvuru amaçlı kullanıldı, 31 Ocak 2015). Bu söyleşide, açıkça “bir yerde sömürgeleştirme ne kadar uzun süreli olursa, söz konusu yer de o kadar ilerlemiş bir yer olur. Bu oldukça utanç vericidir.”
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.